Karamsar "K" Kuşağı

Yıldız Ramazanoğlu

14 Kasım 2018, Çarşamba

İki oda bakla sofa evlerde toplanılır farklı kaynaklardan karşılaştırmalı olarak tefsir okunurdu. Öncelik sıralamasının en başında toplumsal ve bireysel inancın temelini oluşturan Kur’an’ı, gönderenin muradına en uygun biçimde anlayıp yaşamın rehberi yapmak vardı. Lüks eşyalar pahalı kıyafetler özenilen değil, uzak durulmak istenen, övülen değil yerilen nesnelerdi. Başörtüsü de sadeliğin tevazunun, başkasını kendine tercih edebilmenin, fani dünyayla ahiret ve hesap günü arasında sağlıklı bir denge kurma çabasının dışavurumuydu. “Ben sana doktor mühendis bakan yazar olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim sadece” sözü avami görünür fakat içinde çok hayati imalar barındırır. Günümüzde makus talih kırıldı ve on binlerce kişi daha önce dindarlardan esirgenen önemli yerlere geldi. Fakat kendi aramızda birçoğuyla en küçük bir sistem tartışması yapabilmek, bir meseleyi kökten ele alabilmek, farklı yaklaşımları nezaketi muhafaza ederek, ufkumuzu genişleterek, birbirimizden olgunluk içinde öğrenerek ilerletmek mümkün değil. Artık küçücük bile olsa dünyevi kayba tahammül yok ve geçmişte verilen onurlu ilkeli mücadeleler kayıp yıllar olarak görülüyor.

 

***

 

Ülkedeki takiye sistemi elli yıldır derinden derine işliyor, bunun üzerine yeterince konuşulamadığından, hastalıklı kişilikler halka ateş açtı, dört bir yanı sarıp tehdit oluşturabildi, ülkeyi ateşe verdi. Dindar olduğumuz belli olursa hiçbir yere gelemeyiz diyerek on yıllarca inançlarını gizlemek için olmadık yollara sapmakta beis görmeyenlerin neler yapabileceklerine şahit olduk. Şimdi de kapalı kapılar arkasında iktidara ağır eleştiriler yöneltip fakat aynı “bir yere gelemeyiz” zihniyetiyle her yanlışa eyvallah diyen insanlar var ve bu takiye hastalığının bir sistem meselesi olarak devam ettiğinin göstergesi. Doğruya doğru yanlışa yanlış demekten aciz bırakılmış, her kesimden siyasi edebi akademik sosyal ortamlar, gençleri içten içe çürütüyor. Sadece nefret ya da teslimiyet penceresinden bakabilen başka türlüsünün mümkün olduğu unutturulmuş olan gençler karamsarlık batağında.

 

İktidar elbette netameli iştir, bir süre sonra çürüttür gözü kör eder ama toplumu arkasına alan güç bir fırsattır da aynı zamanda. Geçmişteki eşitlik adalet ve hakça paylaşma ütopyasını kamuoyu desteğiyle hayata geçirme imkanı. Oysa dünyevi kazanımlar uğruna bütün ilkeleri değerleri inanç birikimini gözünü kırpmadan çiğneyebilen, buna dini kılıf uydurma gereği bile duymayan, konuşunca yalan söyleyen, vaadettiklerini yerine getirmeyen, ahiret inancı olmayan ama camiye de giden yeni bir insan çıktı ortaya. Bu insanlara göre itibarlı mevkilere gelemeyenler, servetlerine ne yolla olursa olsun servet katamayanlar, hala ülkesini halkını dünyayla ortaklaşılacak değerleri, emeği önceleyenler birer çöp, hiçbir yere gelememiş zavallı meczuplar. Gençler cv lerine, dürüstlüklerine, çalışkanlıklarına yaslanarak değil, ilişkilerle bir yerlere gelinebildiğini bizzat deneyimledikçe kasvet çöküyor içlerine. Deizmi değil umutsuzluğu, muhteris yetişkinlerin bir pula bütün ideallerini terk etmesinin yarattığı hayal kırıklığını konuşmak gerekiyor bu yüzden.   

 

Hepsi bu değil elbette. Dünyanın gidişatı da karamsarlığı desteklemekte. Bir yanda akıl almaz teknolojik gelişmelere bakıp “sizi artık kim tutar” diyerek uçmalarını beklediğimiz yeni nesiller, öt e yandan bu gelişmeler sayesinde en ücra köydeki haneye bile ışık hızıyla ulaşan karamsarlık. Dünyayı varoluşsal bir tehdit olarak algılayan karamsar K Kuşağı. İşsizlik, hakkaniyetsizlik, terör, savaş, iç ve dış göç, ekonomik çöküşler ve insanın insana yaptıklarıyla internet ve sosyal medya sayesinde çok küçük yaşlarda yüzleşmek. Dünyanın dört bir yanındaki acıları kendi başına gelmişçesine psikolojik olarak deneyimlemek. Büyük imkansızlıklar içinde “dünya fırsatlarla dolu, biz her şeyi yapabiliriz” diyen bir önceki kuşağın aksine, hayal kuramıyorum, kendim için ileriyi göremiyorum diyen gençler hiç de az değil.   

 

***

 

Canımızı yakacak biliyorum ama “çevremde saygı duyduğum tek bir Müslüman yok ne yazık ki diyen kimi gençlere “o sen ol” demek yeterli olsaydı keşke. Dine mesafeli bir ailede yetişmiş, kendisi de fazla ilgi duymayan iyi eğitimli bir genç kadından şunu işittim mesela. “Kanaat önderi bir din kişisini izliyordum bir şey öğrenebilir miyim diye. Çalışma masasından konuşuyor, arkasında büyük bir kütüphane, ciltli kalın kitaplar olan ağırbaşlı bir adam. Bu kitaplarda ne yazdığını bilmiyorum ama insanlık için önemli şeyler olduğunu düşünüyorum. Birden kadınların nerelerinden ne kadar dövülmesi gerektiğini anlatmaya başladı, o an bu mu deyip düğmeye bastım ve sönüp gitti kalın kitaplar.”

 

Benim gözlemim Allahın yaratıcı sıfatı olan ulûhiyetini kabul edip, aydınlatıcı sıfatı olan rubûbiyeti reddetmekle ilgisi yok birçok gencin yaşadığı bunalımın. Din adına ortaya konan cehaletten, nezaketsizlikten, merhametsizlikten, haksızlıklardan berî olmak istiyorlar. İdeallerinden vazgeçmiş ana babalarının kişisel çıkarları ve kariyeri önceleme telkinlerinin aksine.

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz