Yalnızlık

Mustafa Kutlu

31 Ekim 2018, Çarşamba

Etrafta bir “yalnızlık” lafıdır gidiyor. Etmeyin eylemeyin kardeşim. Bizim inancımıza göre “Yalnızlık Allah’a mahsustur”, kul kısmı yalnız kalmaz, kalamaz.

Ancak meseleye biraz daha yakından bakarsak yaşadığımız modern hayatın kişiyi yalnızlığa mahkum ettiğini görebiliriz.

Modern hayatın zihniyeti geleneği dışlıyor. Cemaatı küçümsüyor, horluyor, baskıcı buluyor; kişinin özgürlüğünü kısıtladığını iddia ediyor.

Oysa bizim cemaat anlayışımız böyle değildir. Bizim cemaat anlayışımız ferdi cemaata ezdirmez, tek tip insan hedeflemez, şahsiyetin gelişmesine hizmet eder, bu yolda ferdi kısıtlamak bir yana onun önünü açar. Karşılığında ferdin cemaata tahakkümünü engeller. Böylece baskıcı bir toplum yapısının önünü keser.

Cemaat bir yana modern hayat aileye de düşmandır. Aileyi bir “evlilik şirketi” olarak tarif eder, aile ilişkilerinin özgürlüğü kısıtladığını öne sürer. Bu böyle olunca pek tabii olarak akrabalık hapı yutar. Akraba ilişkileri “göstermelik” hale gelir, kısa merasimlerden oluşur.

Fert şöyle demektedir: “Beni rahat bırakın, kendi hayatımı yaşamak istiyorum”. İyi, peki, hayatını yaşa. Ama madem yanında kimseyi görmek istemiyorsun o zaman “yalnızım, yalnız” diye salya sümük ağlama. Hayır ağlamıyorum. Benim arkadaşlarım, dostlarım, sevgililerim, seviyeli ilişkilerim var. Ama görüyoruz ki onlar da “üfürükten tayyare”. En küçük bir sarsıntıda “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna”. Böylece gel-geç ilişkiler, savrulmalar, –eh hepimiz insanız yani– ıstıraplar, gerçekten yalnızlıklar yaşanmaya başlar.

Birisi şöyle diyordu, iktisadı öne alan birisi. “Bırakın aile dağılsın, tek buzdolabı yerine iki, tek televizyon yerine iki, tek çamaşır makinası yerine iki tane satarız, fena mı?”

Aile bağlarını, sevgiyi, aşkı, çocukları falan her ne kadar modern bir hayat yaşıyorsak da bu kadar maddiyata bağlamak bana abartılı geliyor.

Yalnızlığa dönersek son kale olan mahallenin de modern hayat ile ortadan kalktığını görürüz. Ülkemizde bir “mahalle baskısı” olduğu söyleniyor. El-insaf. Yahu memlekette mahalle kaldı mı ki, baskısı olsun. O dediğiniz yetmişli yıllarda bitti. Biraz taşrada kaldı, o da yavaş yavaş eriyor. Apartman hayatı mahallenin sonunu getirmiştir.

Oysa mahalle ailenin ve ferdin sığınağı idi. Sıcak ilişkilerin yaşandığı bir mekândı. Başta “Perihan Abla” olmak üzere sinemamızda ve televizyonda ne kadar işlenmiş ne kadar tutulmuştur. Bu elbette ki orta yaşlı kuşağın özlemine dayanıyordu. Yeni yetişenler o günleri bilmiyor.

Demek ki yalnızlık bahsinde ferdin şikâyete hakkı yok. Sen putunu yap, sonra ona tap; put su koyuverince ağlamaya başla, bir dert ortağı, bir dost, bir yuva ara. Olmadı işte. Bu olmadı.

Ancak ben ferde de pek kabahat bulmuyorum. Bu mesele modern hayatı yaşatan, modern teknoloji ile donatan zihniyetin eseridir. Zihniyet insanı hemcinsinden uzaklaştırıp eşyaya esir hale getiriyor. Bir baba düşünün arabasını eşinden ve çocuklarından çok seviyor. Bir eş düşünün yeni çıkan bir mutfak robotu almak için eşine yalan söylüyor veya parasını araklıyor.

Alt gelir grubunun ağzına kadar düşen “Kendi ayakları üzerinde durmak” bir efelenme olduğu kadar, esasen bu yalnızlığı yaşamaktır.

Oysa biz yalnızlığın karşısına dayanışmayı, sevgi ve saygıyı, bağlılığı, feragati, şefkati, aşkı ve merhameti koymalıyız.

Haz ve hız çağında, eski yapıların çöktüğü bir zamanda; oğulun babayı, kızın anayı dinlemediği demde, öğüdün çağdışı ilan edildiği sırada bu mümkün mü?

Bence mümkün değil.

İnsanoğlu bu modern hayatın ve modern teknolojinin yarattığı ideolojiyi terkedemez. Alıştığı konfordan vazgeçemez. Nefsini terbiye edecek her söze, her uyarıya burun kıvırır. Tâ ki başını bir taşa, bir duvara vuruncaya kadar.

Hangi taş?

Hangi duvar?

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz