Musab Göktaş
22 Haziran 2021, Salı
İnsan nasıl nefes almadan yaşayamazsa başka bir insanla konuşmadan, paylaşmadan, sevgi bağı kurmadan da yaşayamıyor. Bu ihtiyaç insan için öylesine derin ki, sosyal ilişkilerinde problem yaşayan insanlar ya doğrudan psikolojilerini bozuyor veya bunun tetiklediği fiziki rahatsızlıklarını tedavi etmek için çare arıyor. Yeri geldiğinde aç kalmaya dayanabilen insan, sosyal problemlerine dayanamıyor. İçine kapanıyor, uyuyamıyor, günden güne eriyor ve hayatı çekilmez bir hal alıyor.
İnsanın bu zaafı, insanları iyi tanıyan ve bu açık noktadan faydalanma amacı güden bazıları için fırsat alanı haline geliyor. Teknolojik gelişmelerdeki mesafeleri kaldıran, iletişimi mümkün kılan ve bunlara erişimi ucuz ve kolay hale getiren gelişmeler, insanları “ürün” haline getirmek isteyenlere ön ayak oluyor. Makul olan gıda, eşya, hizmet vb. “ürünler”den para kazanmaya doymayanlar, insanları “ürün” haline getirip çok daha büyük paralar kazanma derdine düşüyor.
Dünya tarihinde şuana kadar süregelen ticaret, alışveriş, para kazanma yöntemi fiziki ürünlerin ticareti üzerinden devam etmekte. Ancak bizi hep bir adım öteye götürdüğünü düşündüğümüz, bizim hareket alanımızı, özgürlüğümüzü genişlettiğini sandığımız teknoloji ile birlikte artık üzerine oyunlar oynanıp para kazanılan ürünler maalesef bizler olduk. Üzerinden para kazanılan bir ürün olan cep telefonunu düşünelim. Bunu pazarlayan firma, kendi tasarladığı “ürün”ü insanlara satabilmek için çarpıcı özelliklerini sıralıyor, tasarımını daha çekici hale getiriyor, rakiplerinde olmayan donanımlar ekliyor, bunun için reklam veriyor vb. Yani parçaları birleştirip fiziki bir cihaza dönüştürüp bunu insanların faydalanması/kullanması için onlara satıyor ve bundan para kazanmayı hedefliyor. Burada üzerine kafa yorulan, değişiklik yapılan, tasarlanan, satılması için çaba sarfedilen şey fiziki bir nesne oluyor.
Fiziki ürünleri geliştirmeye, pazarlamaya çalışan şirketlerin yanında, artık insanların davranışları, alışkanlıkları, istekleri üzerine çalışmalar yapıp buradan para kazanmaya çalışan şirketler doğdu. Bu şirketler diğer ürün satanlar gibi arka planda da kalmadı ve dünyanın en büyük şirketlerinin arasına dahil oldu (Bknz. Facebook). Burada insanların nasıl ürün haline getirildiklerini açıklamadan önce, bunun aracılığını yapan platformlardan bahsetmek gerekiyor.
İnternet üzerinden arkadaşlık fikri Facebook platformu aracılığı ile ilk kez ABD’de ortaya çıktı. Fiziki olarak insanlarla etkileşimi eksik olan ve iletişim için farklı bir yol arayan şirket sahibi, belki de sadece kendi sıkıntısını gidermeyi amaçlamıştı. Televizyon, gazete gibi tek taraflı iletişim sağlayan medya araçlarının aksine, bu platform çift taraflı bir etkileşim sağlıyordu. Kendini fiziki ortamda rahatça ifade edemeyen kişilerin, bilgisayar/telefon ekranı ile başbaşa kaldıklarında içlerini dökebildikleri, rahatça eleştirebildikleri ve bunlar karşısında beğeni toplayabildikleri bir ortam oluştu. İlk etapta üniversite gençliği tarafından kullanılan ve beklenenden çok daha fazla rağbet gören bu platformun kısa zamanda türevleri ve rakipleri arttı. Önemli miktarda insana ulaşmış olan ve beğeni toplayan bu platformlar, bir süre sonra kârlarına kâr katmak isteyenlerin dikkatini çekti ve bu platformlardan nasıl para kazanılabilir sorusunu doğurdu. Bu noktadan sonra sosyal medya olarak isimlendireceğimiz bu platformlara “sosyalleşme” amacı ile dahil olan bizler, patronların servetlerine servet katan birer nesne haline geldik.
Peki bizim abone olurken herhangi bir para ödemediğimiz, ya da kullanırken bizden para talep etmeyen bu platformlar nasıl dünyanın en büyük şirketlerinden biri olacak kadar çok para kazanıyor? Başlıca medya organları olarak bildiğimiz, gazete, televizyon ve radyoların temel para kazanma kaynakları reklamlardır. Firmalar kendi tanıtımlarını ne kadar çok kişiye duyurabilirlerse, buna aracılık yapan medya organına o kadar para vermeye hazırdır. İşte bu noktada genci yaşlısı herkesin içerisinde bulunduğu sosyal medya platformlarının buna çok daha iyi hizmet edeceğini farkedenler, bu platformları para kazanma mekanları haline getirdiler. Yani reklam vermek isteyenlere, “bakın eğer sizin reklamınızı şurada gösterirsek, televizyonda gösterildiğinden çok daha etkili olacak ve şu kadar kişiye ulaşacaksınız” diyerek firmaları bu platformlarda reklam vermeye ikna ettiler. Ama burada bir problem ortaya çıktı. İnsanlar sadece ihtiyaç duydukları kadar bu sitelere girip, bir kaç mesaj yazıp çıkarsa, reklamlar talep edilen kadar görüntülenemeyecekti. İşte burada en başından beri açıklamaya çalıştığımız insanları “ürün” haline getirme faaliyeti devreye giriyor. Şirketler kendi fiziki ürünlerini değiştirmektense, bu sosyal ürünleri insanların çok daha fazla zaman harcayabileceği mekanlar haline getirmeye çalışıyorlar. İnternette aldığımız her nefesin bir yere kaydedildiğini düşünürsek, kullanıcıların internet profillerini takip ederek ne tür videolar izlediğini, neye ilgi duyduğunu, hangi insanları takip ettiğini, ne tür ürünlere ihtiyaç duyduğu vb. gibi tüm bilgileri arka planda kaydederek, siz farketmeden bunlarla ilgili olabilecek tüm bağlantıları sizin önünüze çıkarıyor. Her bir sayfayı kaydırdığımızda ya da yenilediğimizde ilgimizi çeken başka bir paylaşımla karşılaşan bizler, normalde beş on dakikalık bir işimiz varken farkında olmadan saatleri bu uygulamalarda geçirmiş oluyoruz. Tabii sadece bununla sınırlı değil. İnsanların nefsini okşayacak ilave özellikler üzerine çalışan psikoloji loboratuvarlarından çıkan dahiyane fikirler de sürece dahil oluyor. Örneğin beğeni butonunu icadı tamamen bu çalışmalara dayanıyor. İnsanların beğenilme arzusu/duygusunun nasıl istismar edileceğini görmek istersek bu butonu inceleyebiliriz. Sırf sosyal ortamda daha fazla beğeni toplayabilmek adına şekilden şekile girenler, akla hayale gelmeyecek figürleri yapmaya çalışanlar, hatta tehlikeli pozlar vermeye çalışıp hayatlarını riske atanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Sonuç? Bizim için plansız geçirilen onlarca saat, her gün daha fazla bu platformlarda bulunma isteği, arka planda ihtiyaç duymadığımız ürünleri bile alma fikirleri, bozulan sosyal ilişkiler...
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız tabloyu şöyle bir özetleyecek olursak, bu şirketler insanın sosyalleşme zaafınından faydalanarak herkesin kolayca erişebileceği platformlar oluşturuyor. İnsanın sosyalleşme ihtiyacının giderildiği hissi veren (?) platformlarda, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı sürelerce kalması sağlanıyor ve bunun üzerinden kazanılan paralar bu şirketleri dünyanın en çok para kazanan şirketleri yapıyor. Tabi bu madolyonun bir yüzü.
Madolyonun diğer yüzünde ise, insaları kendi platformlarına bağımlı hale getirmeye çalışanların bu çabalarının karşılıklarını konuşmamız gerekiyor. Yani insanlar bu platformlarda, ihtiyaç duyduklarından çok daha fazla zaman harcadıklarında bunun ne tür etkileri oluyor. Aslında bunun etkilerini az çok etrafını gözlemleyen herkes kendine göre söyleyebilecektir. Telefon elinden alınınca çılgına dönen çocuklar, telefonsuz/bilgisayarsız yaşamayı düşünemeyen gençler, akşamları evde herkesin köşesine çekilip kendi sosyal platformuna gömüldüğü evler ve gittikçe bozulan “sosyal” ilişkiler...
Sürekli beğenilmeye çabaladığı için içerik üretmeye çalışan, kendi ilgi alanlarına dair paylaşımlar önüne çıktığı için aygıttan kopamayan, günlük hayattaki ilişkilerden ziyade internet ortamındaki kolay ilişkileri tercih eden bireyleri düşünürsek, bunların yaşamlarının çok büyük bir kısmını bu aygıtların başında geçirdiğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. İş ortamında, ev veya arkadaş ortamında bile bu alışkanlıkların devam ettğini görüyoruz. Yani insanların en büyük arkadaşı, onları bu platformlara bağlayan aygıtlar haline geliyor. Kendi aile bireyleri, arkadaşları veya diğer insanlar ile fiziki etkileşimi doğru orantılı olarak azalıyor. Peki sosyal platformlarda daha çok kişi ile etkileşimde bulunduğumuzu düşünsek bile, yüz yüze olmayan etkileşimler bizi sosyalleştiriyor mu? Ya da kendi kabuğumuza çekilip bireyselleşmemize engel oluyor mu?
Bunu biraz açmak için sosyal medyadaki profil örneklerinden yararlanabiliriz. Statista sitesinin yayınladığı bir raporda, tüm facebook profillerinin %16’sının tamamen sahte olduğunu söylüyor. Diğer ağlara baktımızda, kendi gerçek ismini kullanmayanların oranı dörtte birden fazla. Bu şekilde düşünürsek profillerin neredeyse yarısı zaten kişilerin kendi gerçek bilgilerini yansıtmıyor. Gençler özelinde örnek verirsek, profil resimlerinin çok büyük bir kısmının düzeltmelerle güzelleştirildiğini görüyoruz. Beğenilen özelliklerin ön plana çıkarıldığı ama diğerlerinin arka planda tutulduğu ve hiç bahsinin geçmediği profillerden bahsediyoruz. Gelmek istediğimiz nokta, sosyal medya üzerindeki profillerin çok az bir kısmının insanların günlük hayattaki kişiliklerini tamamen yansıttığı. Eğer biz günlük hayatımızdakinden farklı bir profil oluşturup, rahatça eleştirip, beğenilerde bulunup, vaktimizin bir çoğunu oluşturduğumuz bu profili canlandırma ile geçiriyorsak, gerçek hayattan kopup bireyselleşmiş olmuyor muyuz?
Maalesef ki artık gerçek dünyadaki fiziki ilişkilerden ziyade sosyal platformlardaki ilişkileri tercih ettiğimiz bir döneme girmiş bulunuyoruz. Yaşadığımız coğrafyada belki de bunun etkilerini yavaş yavaş görüyorken, Avrupa ve Amerika kıtalarında bu durumun ciddi birer problem haline geldiğini görmekteyiz. Dünya Sağlık Örgütü sosyal medya bağımlılığını bir hastalık olarak tanımlamaya hazırlanıyor. Araştırmalar sosyal medyayı evliliklerin bozulmasında bir etken olarak zikrediyor. Gençlerin kendi odalarına çekilip ailevi ilişkilerini minimum düzeyde tutmasına sebep oluyor. Ve sosyal medya üzerinden yapılan linç, karalama , yalan haber benzeri paylaşımlar psikolojik rahatsızlıklara kapı aralıyor.
Özellikle evde daha çok vakit geçirmek zorunda kaldığımız pandemi sürecinde, sosyal medyada geçirilen süreler de paralel olarak artış gösterdi. Önceleri zorunlu olarak işte, okulda, toplantı ve buluşmalarda fiziki temas sağlayan kişiler, artık bunların yasaklanması/tercih edilmemesi sebebi ile yerini dolduracağına inandığı sosyal platformlara başvurdu. İlk etapta makul görünebilecek bu istek, yukarıda açıklamaya çalıştığımız sebeplerden dolayı bizi daha çok tuzağa çekti. Her girdiğimizde daha çok bulunmak istediğimiz ve bu şekilde birilerinin servetlerine servet kattığımız bu mecranın artık kontrollü şekilde kullanılması gerektiğini farketmemiz gerekiyor. Platform sahiplerinin bizim sosyal ilişkilerimizin gelişmesinden ziyade, para kazanmayı amaçladıklarını unutmamalıyız. Bizim harcadığımız her dakika, onların ceplerine giren para olmaya devam etmekte. Etkilerinin çok daha derin incelenmesi gereken, ancak buna burada gücümüzün yetmeyeceği “bu platformların” hakikatini anlamak ve bu bilinçle kullanmak dileği ile. Vesselam.