Musa Duman
18 Aralık 2018, Salı
Yazarlarımızdan Musa Duman'ın Ocak 2017 sayımızda yer alan yazısını tekrar ilginize sunuyoruz:
Suriye Savaşı, Türkiye'de en başından beri bir iç mesele olarak algılandı. Türkiye kamuoyu milli ve mezhebi saiklerle sürekli olarak mobilize edildi.
Enformasyonel bakımdan Suriye sorununa dair genel bir perspektif çizildi ve basmakalıp analizlerle bu perspektifin dikiş tutturabilmesi için canhıraş mücadele verildi.
Mesele; salt anlamda "rejimin zulümatı- muhalefetin mazlumiyeti" denklemine sıkıştırılarak, arka plandaki siyasal proje ve programlar perdelenmek istendi.
Konuşulmayanları Konuşalım!
Bir kere, bu savaşın çıkış noktası üzerinde hiç kafa yorulmadı. Esad'ı diktatör ilan edip Suriye'ye demokrasi götüreceğini söyleyen Batılı havarilerin, Ortadoğu'nun en ala diktatörleri olan Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn ve bilimum Körfez ülkeleriyle can ciğer kuzu sarması ilişkileri gündeme dahi gelmedi/bilerek ve isteyerek getirilmedi.
Halbuki, çok temelden olan bu sorgulama yapılsaydı; meselenin ardında Esad'ın diktatörlüğünün değil, yaptığı siyasal tercihlerin olduğu görülecekti.
Esad, İslami ve insani anlamda meşruiyeti olmayan saltanat geleneğinin, kırk yıllık diktatörlüğün değil; İsrail'i tanımamasının, Ortadoğu'daki direnişe destek vermesinin ceremesini çekiyordu. Yani; yanlışlarından dolayı değil, doğrularından dolayı cezalandırılıyordu. Suudi Arabistan'ın bu cezadan nasibini almamasının espirisi de tam olarak burada yatıyordu.
Bu yüzdendir ki; Esad'ın karşısına dikilenler ajandalarını hak ve özgürlükler temelinde kurmuyor; daha ilk günden, iktidara gelmeleri durumunda İran ve Hamas'la ilişkileri keseceklerini vaad ediyorlardı. (bkz: Burhan Galyun)
Türkiye'nin de iktidar adayı olarak Esad'a karşı desteklediği SMDK (Muhalif Güçler Koalisyonu), bizatihi Nezzar El Harraki'nin (SMDK Katar Temsilcisi) dilinden, sürecin başında Batılı diplomatlarla gizli toplantılar yaptıklarını ve onlardan aldıkları destek vaatleriyle kurulduklarını ilan ediyordu.
Dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, "Enver Sedat'ın Mısırı, Camp David'le İsrail'i tanıdı. Ama Esad ailesi inat etti. Eğer, Esad İsrail'i tanısaydı Suriye bu yıkımı yaşamayacaktı" diyerek bu savaşın şifrelerini veriyordu. Aynı İsrail, Hamas'ın "Onun döneminde Suriye, Filistin direnişi ve Hamas için bir sığınaktı"(bkz: Halid Kaddumi) dediği Esad'a karşı, Muhalif Özgür Suriye Ordusu'na destek verdiğini Savunma Bakanı Yalon'un resmi beyanatıyla duyuruyordu.
Makarayı Başa Saralım: Gizlenen Gerçekler
Türkiye'deki yerleşik siyasal algı, Suriye'de olayların başladığı 2011'de Türkiye'nin Esad'a müzakere ve reform çağrısı yaptığı ve Esad'ın bunu kabul etmeyerek burnunun dikine gittiği şeklinde biçimlendi.
Oysa ki; bunun reel anlamda hiçbir karşılığı yoktu. Zira, Esad bu çağrıları kabul etmişti; ama ABD, havuç politikasının (bkz: Başarısızlıkla sonuçlanan Türkiye arabuluculuğundaki Suriye-İsrail barış görüşmeleri) sonlanıp sopa politikasının başladığına hükmettikten sonra Esad ağzıyla kuş tutsa da bu süreci tersine çeviremezdi.
Ak Parti'li bürokratların ancak kulislerde ifade edebildiği bu gerçeklik, (Esad'ın onayı) ancak yıllar sonra "şok ifşaatlar" başlıklarıyla gazetelerde çarşaf çarşaf yer alabilecek, ama iş işten geçmiş olacaktı. Bunun şu an için sözünü ettiğimiz şekilde yansıtılması ise, tamamen Türkiye'nin Suriye politikasının temellendirilmesine ilişkindi.
İran Faktörü
Esad'ı tam altı yıl önce muhaliflerle müzakereye ikna eden en başat aktör ise, bugünlerde "kan emicilikle" suçlanan İran'dı, ki o zaman Suriye'deki toplam ölü sayısı tek haneli rakamlarla ifade ediliyordu. (bkz: İran Meclisi Dış İliş. Kom. Baş. Hüseyin Şeyhulislam)
İran, sırf bu işe ABD burnunu sokmasın diye sivil toplum bazında dahi lobi faaliyetleri yürütmüştü. (Suriye muhalefetinin liderlerinden Heysem Malih'in, bizatihi Nasrallah'ın aracılığıyla Suriye zindanlarından serbest bırakılması işin cabası)Ancak, ABD'den Esad'ın kısa sürede devrileceği sözünü alan muhalifler rest çekerek İran'ı kapı dışarı etmişti. (bkz: Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın: "ABD, Suriye muhalefetine verdiği sözleri tutsaydı, Suriye muhalefeti güçsüz olmazdı")
Mısır İhvanı'ndan farklı olarak "Suudi" politik çizgiye yakın olan Suriye İhvanı,(ki, Suud'un İhvan'ı terör örgütü olarak görev tavrının "Suriye" ortak paydasında buluşmaya engel olmadığını söylemişlerdi: Sadreddin Beyuni) İran'ın hükümeti İhvan'a verme teklifiyle bile geldiğini, ancak kendilerinin reddettiğini gururla söylüyordu. (bkz: Faruk Tayfur)
Suriye'de Tek Çözüm İran-Türkiye İttifakı
Suriye'deki altı yıllık tablo sonrası Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş'un "Suriye politikası baştan beri yanlıştı" çıkışı düşündürücüdür. Her ne kadar sonradan tevil yoluna gitse de, Kurtulmuş yukarıda anlattıklarımızı harfi harfine bilen birkaç isimden biri olsa gerek...
Ancak bu sözler; güven vermeyen, inişli-çıkışlı gündelik politikaların bir parçası olarak kaldıktan sonra bir anlam ifade etmeyecektir. Artık, Türkiye ve İran'ın Suriye'de ittifak etmesinden başka bir çözüm yolu olmadığı saptanmalı ve bir daha geri dönülmemek üzere samimi bir özeleştiri getirilmelidir.
Bu bağlamda, son olarak oluşan Türkiye-İran-Rusya mutabakatı (Esad-muhalefet müzakerelerini öngörüyor) ilk etapta olumlu bir adım olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak, bu mutabakat sonrası Rusya'yı cilalayan hükümete yakın medyanın, İran'ı son derece galiz bir dille tahkir etmesi anlaşılır bir tutum olmamakla beraber, mutabakat ile ilgili spekülasyonlara (çeşitli ayak oyunlarının döndüğüne dair) da neden oluyor.
Bu spekülasyonların hükümet merciileri tarafından acilen giderilmesi ve şeffaf bir sürecin yürütülmesi gerekiyor. Bu sefer ikircikli tutumlardan vazgeçilip samimi adımlar atılacaksa, 7/24 mezhep kışkırtıcılığı yapan medyaya balans ayarı çekilmesi öncelikli adım olmalıdır.
Suriyeli çocukların gözyaşlarını, kısır döngülerle silemeyiz; vesselam...