Musa Duman
2 Aralık 2018, Pazar
Yazarlarımızdan Musa Duman’ın Şubat-Mart 2016 sayısındaki yazısını, önemine binaen tekrar ilginize sunuyoruz:
Ortadoğu'daki çatışmaların temelinde hep mezhebi saikler aranır oldu. Bölgede cereyan eden hadiseler mezhep şablonları ile okunarak Müslüman halkların aralarına mezhep eksenli duvarlar örmeleri kolaylaştırıldı.
Aslına bakılırsa, bu bilinçli bir kampanyanın parçasıydı ve yeni bir taktik de değildi; zira bu bölgede yüzyıllardır siyasi mülahazalardan ileri gelen çatışmalar, hep halkların çeşni aidiyetleriyle ilişkilendirilerek manipüle edilmişti.
Bu manipülasyonu yapanlar, halkların "yumuşak karnı"nı iyi biliyorlar, karanlık mahfillerden yön verdikleri propaganda vasıtaları ile duygusal eritimler gerçekleştiriyorlardı. Kendilerinin bu "oyun kurucu" rollerini bozmaya yönelik girişimleri ise tepeden inme yöntemlerle bastırıyorlardı. Ufacık bir çatlak ses bile, iğrenç bir linç kampanyasıyla susturuluyordu.
"Şii-Sünni Kamplaşması" Ne Kadar Gerçekçi?
Son birkaç aydır Ortadoğu ölçeğinde seyreden gelişmeler, bölgede İran ve Suudi Arabistan'ın patronajlığında Şii-Sünni kamplaşması yaşandığı izlenimini yarattı. Daha önceden iki ülke arasında devam eden soğuk savaş, Suudi Arabistan'ın Şii alim Ayetullah Nemr'i idam etmesi sonrası sıcak bir boyuta evrilme riskini gösterdi.
Ayetullah Nemr'in idam edildiği 2 Ocak gününden itibaren; medya portallarımız, TV ve gazetelerimizde "Şii-Sünni savaşı start mı veriyor?" türünden propagandalar hız kazanırken, yaşanan gerginlik ısrarla mezhep kartıyla gerekçelendirilmeye çalışıldı.
***
Peki; iddia edildiği gibi İran-Suudi gerginliği/rekabeti mezhep kartıyla gerekçelendirilebilir miydi?
Bu soruya cevap verebilmek için İran-Suudi ilişkilerindeki temel parametreleri hatırlatmakta fayda var:
1- İran-Suudi ilişkileri 1979 İslam İnkılabı'na dek güllük gülistanlıktı. İran, Batı Bloku'na angaje bir şekilde konum alırken, Suudiler de aynı blokun bir parçası olmaları sebebiyle İran ile ittifak ilişkisi geliştirdiler. Sovyetler'e karşı bölgenin güçlü aktörleri durumunda olan İran ve Suud, bir ve beraberce komşu ülkeleri bu blokun çatısı altında örgütledi. O dönemde "Amerikancı" İran'ın Şii karakteristiği hiçbir düzlemde gündeme getirilmedi.
2- Ne zaman ki; İran'da İslam İnkılabı tahakkuk edince ve İran, iki kutuplu dünyanın dayatmalarına özgün bir modelle cevap verince işler tersine döndü. Suudiler, İran'la köprüleri atarak Sünni dünyada "Şia'nın küfür olduğuna" dair yaygara koparmaya başladı, İnkılab'ın Sünni dünyaya ihracını engellemek adına sosyal/siyasal/ekonomik seferberlik ilan etti.
Suudilerin endişesi boşa değildi, çünkü; İslam İnkılabı Sünni dünyada geniş yankı uyandırmıştı. Filistin direnişinin kontrolü sol tandanslı gruplardan İslami hareketlere geçmiş, Sünni Filistin "Mısır'ı kaybettik (Camp David), İran'ı kazandık" tepkisini dillendirmişti. Mısır'da İhvan içindeki akımlardan da İnkılap sempatisi yükselmeye başlamış, İran-İhvan güç birlikteliğinden söz edilir olmuştu. Türkiye'de İslami hareketlerin "öze dönüş" sürecini yaşadıkları bir zaman diliminde İran'daki inkılap bir model olarak önlerine çıkmış ve kısa zamanda bu modeli içselleştirmişlerdi.
3- 1980 sonrası dönemde Ortadoğu hinterlandındaki İslam ülkelerinde Suudi Arabistan ve İran'ın liderliğinde iki politik akım hakimiyet kurmuştu. İran, İsrail'in"kanser tümörü" olduğunu ve Ortadoğu haritasından silinmesi gerektiğini savunuyor; ABD ve NATO'dan bağımsız bir siyasetin uygulanabilirliğine işaret ediyordu. Bu amaçla da Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de Hamas ve İslami Cihad, Yemen'de ise Ensarullah gibi yapıların oluşum sürecini destekliyor, bunlara ekonomik ve askeri yardım sunuyordu. Devlet bazında ise Suriye'yi Arap coğrafyasına, Sudan'ı ise Afrika coğrafyasına açılan kapısı olarak değerlendiriyordu. Buna karşın Suudiler de, NATO eksenli bir politik vizyon ile İslam coğrafyasında İran'a bayrak açıyor, öncelikle bulundukları Körfez coğrafyasını, sonrasında ise Ürdün, Mısır ve Türkiye'yi İran karşıtı Sünni paktta konumlandırıyordu. Lübnan, Pakistan, Afganistan ve Filistin gibi karşılıklı dengenin olduğu yerlerde ise Müstakbel, Taliban, El Fetih gibi oluşumları destekliyordu.
4- Suudiler, İsrail'le ilişkilerini her zaman iyi tuttular. Suudilerin İsrail politikası, Ortadoğu dörtlüsünün(ABD, Rusya, BM, AB) söylediğinden farklı bir şey değildi. Filistin'deki direniş nihayete erdirilecek, İsrail'le barışılacak ve başta Oslo olmak üzere İsrail'le yapılan anlaşmalara riayet edilecekti. Akabinde ise bir "sus" payesi olarak çift devletli çözüm tartışmaya açılacaktı. Suudiler, İsrail'in varlığına bir itirazları olmadığı gibi, bu varlığı tehdit etmeye yönelik her türlü hamleyi bertaraf etmeye hazır ve nazır durumdaydılar. Bu cümleden olmak üzere, İran'ın İslam dünyasında Lübnan, Gazze, Sudan ve Suriye'den yapılandırmaya çalıştığı İsrail karşıtı hattı Sünni bir kalkan ile kırmaya azmeden, "Filistin'de üçüncü intifadanın başlaması halinde İsrail'le işbirliği yapacağını" açıktan ilan eden aynı Suudilerdi. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun "İran'a karşı bizi müttefik olarak görüyorlar" dediği Suudiler'in bölgesel hareketlilikleri Eski Mossad Başkanı Ami Ayalon'un "İran'ı bitirmenin yolu Sünnileri İran'ın üzerine salmak" önerisini akıllara getiriyordu.
5- NATO-İsrail ilişkilerinden temellenen İran-Suudi siyasi paradigmaları, 21. yüzyıl siyasetinde de aynı çerçevede etkisini hissettirdi. Ortadoğu'nun değişik sahalarında yaşanan kamplaşmalar bunu defaatle teyit etti. Lübnan'da 18 yıllık mücadelenin ardından İsrail'i ülkeden kovan Hizbullah'ın, Suudi destekli Sünni Müstakbel ile ayrışması "İsrail'le mücadele" noktasında kilitlendi. Üstelik, bu ayrışmada İslami Amel Cephesi, Nasırcı Parti, Tevhid Hareketi gibi Sünni yapılar Hizbullah'ın yanında durdu. 2005 Hariri suikasti sonrası ülkenin Hizbullah müttefiki Suriye'den temizlenmesi süreci bizatihi ABD tarafından "Sedir Devrimi" olarak nitelenip desteklendi. Müstakbel, 2005 sonrası iktidarı boyunca Suudiler ve Amerika ile arasını iyi tuttu, 2006 Hizbullah-İsrail savaşında Hizbullah'ı suçlayan bir tavır takındı. Yemen'de iktidarda bulunan Suudi destekli Ali Abdullah Salih Şia'nın Zeydi koluna mensuptu. 2011'de başlayan gösterilerde onu devirmeye teşebbüs edenlerin başında yine Şii olan Ensarullah geliyordu. İran o dönemde Ensarullah'ı desteklerken; Suudiler de Salih'in 20 yıllık sağ kolu Mansur Hadi'yi iktidara getirerek sistemde "Eski Yemen'e yeni lokomotif" şeklinde değerlendirilebilecek bir değişikliğe imza attı. Bunu kabul etmeyerek sivil ve askeri planda direnen Ensarullah, "ABD ve İsrail'e ölüm" politik çizgisini savunurken; bu çizgiyi hazmedemeyen Mansur Hadi iktidarı'na Suudiler can simidi olarak ABD'nin açık desteğiyle Yemen'e askeri müdahalede bulundu.
Irak'ta İran'ın desteklediği Kanun Devleti Koalisyonu ve Irak Ulusal İttifakı Sünni fraksiyonları içinde barındırırken, Suudilerin desteklediği Irakiyye Koalisyonu'nun başında bir Şii siyasetçi olan İyad Allavi bulunuyordu. Iraklı Sünni ve Şiilerin seküler/liberal kesimleri ile eski Baasçıların oyunu alan Allavi'ye Tarık Haşimi, Usame Nuceyfi, Salih El Mutlak gibi Sünni siyasetçiler destek veriyordu. Katı bir İran düşmanlığı olan ve iktidar vaatlerinde İran'a azımsanmayacak düzeyde yer veren Şii Allavi, ABD ile yakın ilişkilere sahipti. En sıcak denek olarak önümüzde duran Suriye'de ise İran'ın destek verdiği Esad, Nusayri'ydi ve İran'ın bağlı olduğu On İki İmam koluna göre Esad'ın hükmü gulat(sapık)tı. 30 kişilik kabinesinin 27'si, ordusunun ise yüzde 80'i Sünni olan Esad'a karşı tamamı Sünni olan Halep'ten gözle görülür bir reaksiyon belirmemişti. İsrail'i tanımayan tek Arap devleti olması hususiyetiyle Esad rejimi Hamas ve İslami Cihad gibi Sünni örgütlerle uzun yıllara dayalı bir ittifak ilişkisine girmiş, Suriye'deki bugünkü tablo İsrail'in bir dönem önceki Cumhurbaşkanı Şimon Peres tarafından "Esad rejiminin İsrail'i tanımaması" ile açıklanmıştı. Suudilerin, İran'ın Esad'a verdiği desteğe mukabil olarak destekledikleri ve Suriye'nin resmi temsilcisi sıfatıyla gördükleri Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ise meşruiyetini ABD ve Avrupa liderliğindeki Batı Bloku'na dayandırmış, gizli toplantılarda verilen destek vaatleri ile kurulduğunu açıkça ilan etmişti. (Bkz: SMDK Katar Temsilcisi Nezzar El Harraki)
Vahhabi Suudilerin Sünni Liderliği
Suudi Arabistan, son birkaç aydır bölgedeki Sünni devletler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek suretiyle yeni ve güçlü bir blok inşasına girişti. Bu kapsamda, 33 İslam ülkesini yanına alarak "Teröre Karşı İslam İttifakı" adıyla bir birlik kurdu.
Bu birlikte 1989'dan beri İran'a yakın duran ve İran'ın Afrika'ya açılan kapısı olarak görülen Sudan yönetimi ile İran'la ilişkileri birkaç yıl önceye kadar stabil durumda olan Türkiye de yer aldı. İsrail'in resmi ve fiili desteğine muhatap olan ayrılıkçıların uzun uzadıya çabalarıyla 9 Temmuz 2011'de bölünen ve petrolünün yüzde 75'ini kaybeden Sudan Yönetimi, ekonomik darboğaz nedeniyle Suudi Arabistan'a yakınlaşarak İran liderliğindeki blokla arasına mesafe koydu. 2013'te Suriyeli muhaliflere silah tedariki ile başlayan, 2014'te İran Kültür Ateşesi'nin ülkeden sınırdışı edilmesiyle devam eden yakınlaşma süreci, 2015'te Sudan'ın Yemen'deki Suudi birliklerine asker göndermesiyle belirginlik kazandı. Geçmişte İran'ın Hamas'a sunduğu destekte lojistik bir işlev gören ve bu yüzden İsrail tarafından zaman zaman bombalı saldırılara maruz kalan Sudan, 2016 itibarıyla İran'la ilişkileri kesti ve Dışişleri Bakanı İbrahim Ghandour'un ağzından "İsrail'le ilişkileri normalleştirmeye hazır olduğunu" açıkladı.
Mısır'daki darbenin ardından göreceli de olsa Suudi Arabistan ile karşı karşıya gelen Türkiye'deki Ak Parti iktidarı ise, Kral Selman'ın yeni dönemi ile birlikte Suudilerle buzları eriterek ilişkilerde yeni bir safha açtı. Buna bağlı olarak da "İran'a düşman, İsrail'e dost" bir profil benimseyerek, "Türkiye ve İsrail'in birbirine ihtiyacı olduğu" gerekçesiyle normalleşme görüşmelerine başladı.
Sudan ve Türkiye en canlı iki örnek olarak İran'a düşmanlaşıp, bunun gereği olarak Suud ve İsrail'le yakınlaşırken; İsrail'in, başını Suudilerin çektiği ılımlı Sünni rejimlerle İran ve İhvan'a karşı ortak çıkarlar parantezinde işbirliği yaptığını resmen duyurması Teröre Karşı İslam İtifakı'nın amaçları hakkında ipuçları verdi.
"Sünni blok, Şii hilali" gibi kodlamalarla gözlerden ırak tutulmaya çalışılan bazı siyasal gerçeklikler artık şöyle resmedilmeliydi:
- "Sudan'ın Şii Hilali projesinden koparılarak İsrail'le yakınlaşmak suretiyle Sünni Blok'a (Teröre Karşı İslam İttifakı)dahli"
- "Sünni Blok'la iş tuttuğunu açıklayan İsrail'in Mısır'da Sünni İhvan'a, Gazze'de Sünni Hamas'a yönelik düşmanlık ve saldırganlıkları"
- "Sünni blok'un liderliğine soyunan Suudilerin Brüksel'deki NATO Karargahı (Ehl-i Sünnet dergahı)'ndan icazet almaları"
- "Şii Hilali'ne düşmanlık besleyen Şii Allavi'nin Suudilerle iş tutarak Sünni blokça el üstünde tutulması"
Dört maddede özetlemeye çalıştığımız bu çelişkili ve traji-komik manzara, bugün yansıtılan tablodan bazı enstantaneler içeriyor ve bu manzara şunu da görmemizi gerektiriyor;
Eleştirel akıldan mahrumlaştırılmış ve tek tip medya ile zihinleri uyuşturulmuş bizler; meselenin mezhep değil, meşrep olduğunu anlayana kadar üzerimizden çokça fırıldak döndürecekleri kesinlik kazanmış durumdadır. Siyasal proje ve programlar belki de hiç olmadığı kadar şiddetli bir hesaplaşma yaşıyorlarken, halen mezhebi mülahazalarla laf dolandırmaktan daha büyük bir garabet de yoktur!
Ya, şapkayı önümüze koyup fabrika ayarlarımıza dönecek ve ilkesel pozisyonlar alacağız; ya da mezhebi aidiyetlerimiz birileri(Sünni bile olmayan Suudiler) tarafından araçsallaştırılarak kendi projelerine payanda yapılacak, şu an için üçüncü bir seçenek gözükmüyor!