Liyakat
Yeni Şafak yazarı Erol Göka'nın liyakat ile ilgili yazısını iktibas ediyoruz.
Pek kıymetli düşünürümüz Alev Alatlı, Anadolu Ajansı’na verdiği mülakatta, “Liyakat sorunu çözüldüğünde Türkiye şahlanır” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bir kere, eğitimden adli sisteme, imardan enerjiye, tarımdan basına hemen her alanda gözlemlediğimiz o müthiş savurganlığın sonu gelir. Zor kazanılmış birikimlerimizi rasyonel yatırımlara dönüştürme imkânı doğar.
Zaman yönetimi mümkün olur. Bir günlük işi bir aya yayıp sürüncemede bırakmaz, ödenekleri çarçur etmez, bütçeleri delmeyiz. Gözaltı süreleri kısalır. Mahkemeler daha hızlı karar alır. Çocuklar hangi sınava gireceklerini bilir. Tesisatçı gideri yanlış yere bağlamaz. Elektrikçi kabloyu izole eder, yangın çıkartmaz. Caddeler, en ufak bir serpintide göle dönmez. Dünyayı doğru okur, doğru yorumlar, kim dost, kim düşman doğru kestirirsek olası FETÖ’lere hazırlıksız yakalanmayız. Hepsinden önemlisi, liyakat noksanının suçunu birbirimize atmaz, birbirimizi haksız kazançla, ihanetle suçlamaktansa meselelerin kök nedenlerine inme alışkanlığı kazanırız. Siyaset bile rasyonelleşir. Bizi kahreden olumsuzlukların ezici çoğunluğu, aktörlerin ehil olmamalarından kaynaklanıyor, ahlaksızlıklarından değil. Hâsılı, liyakat meselesini çözer, emaneti ehline bırakmayı ilke edinirsek, etnik veya sınıfsal veya ideolojik kutuplaşma kaygıları yok olur, Türkiye 21. yüzyılda uçar!”
“Liyakat dışında başka ne gibi öncelikler var beklentileriniz arasında?” sorusuna verdiği cevapta da “Adli sistemin ihyası, milli eğitimin yalpalamalardan kurtarılması var. Ancak bunların her ikisi de muazzam siparişlerdir, başarı yine döner dolaşır liyakatte düğümlenir” diyerek konunun önemini vurguluyor. “Liyakati tespit etmenin birtakım nesnel kriterleri olduğunu da hatırlatayım. Örneğin, akademik literatürde ‘accountability’ diye geçen, hesap verebilirlik/sorulabilirlik/sorabilirlik diye bir norm var… ‘Akreditasyon’ da kişi ve kurumların evrensel standartlar muvacehesindeki yerlerini tespit etmeye yarar. Üniversitelerden hastanelere, adli tıptan hukuk mahkemelerine kadar hemen tüm kurumlarda işlevsel olabilir. Diyeceğim liyakati saptayacak objektif yöntemler var, hantallık kader değildir” diye bitiriyor.
Bu saptamalara her vatanseverin canı gönülden katılıp destek vereceği açıktır. Mesela biz de liyakat sistemi üzerine birçok kere ifade ettiğimiz benzer görüşlerimizi FETÖ’nün alçak darbe girişiminin ardından 18 Eylül 2016 tarihli yazımızda tekrar etmişiz: “Devlet, hakem sıfatından ayrı olarak ayrıca liyakate dayanmak zorundadır. Başka türlü bireyin özgürlüğünü, genelin çıkarlarını, hukukun üstünlüğünü sağlayamaz. Buna karşılık sivil alandaki tüm taraflar da, devletin çatışma-dışı kalması ve liyakat sisteminin (meritokrasi) galebesi için ellerinden geleni yapmalıdır.” Siyaset alanı, elbette herkese, her topluluğa açıktır. Ancak her topluluk da devlette kendi güç ve etkilerini artırmak için değil “ortak iyi” için hareket etmek zorundadır.
Hal böyleyken, liyakat meselemiz, yıllardır bir türlü çözemediğimiz en büyük derdimiz olarak önümüzde duruyor. Bir an önce nedeni doğru belirlemek, ona göre çözüm yollarına yönelmek zorundayız. Sorunun kökeni segmenter toplum oluşumuzla ilgili.
Bilebildiğim kadarıyla toplumumuzdaki segmentasyondan ilk olarak Şerif Mardin Hoca bahsetmiş, Altay Ünaltay “segmenter toplum” kavramını geliştirerek önemli fikirler serdetmiş. Onların ardından ben de Türklerin tarihsel psikolojileriyle ilgili çalışmalarımda segmenter toplum kavramından yararlandım. Toplumumuzun en belirgin vasıflarından birincisi lider merkezli oluşuysa ikincisinin segmenter yapıda olduğunu bu köşede de dillendirmeye çalıştım. “Kimlikler, ideolojiler, yaşam tarzları ekseninde şekillenen bir takım semboller ve değerlere göre büyük kümelere (segmentlere) bölünmüş bir toplumuz. Elbette bizde de Batı’daki gibi sınıflar var ama toplumsal işleyişte bunun önemi pek hissedilmiyor. Sınıf mücadelesi değil, segmentler arası sembol kavgası oluyor burada. Sembol kavgası, sınıf mücadelesinden daha külfetli... Sınıf mücadelesi reel, pazarlık etme ve sonuçta uzlaşma imkânı bulunuyor. Sembol kavgaları ise duygusal bir zeminde cereyan ediyor ve pazarlık imkânsız. Bu yüzden herkesi bağlayan bir sözleşme yapma geleneğimiz, yüksek mutabakatlı bir toplumsal sözleşmemiz yok” diye yazdım.
Liyakat meselesi en büyük derdimiz, kaynağı da belli. Kaynağı kurutamayız hemen, sorun çok köklü ama ilkesel davranarak çözüm üretebiliriz. Devleti, “emaneti ehline verin ilkesi” gereğince yönetme şartında bir mutabakat sağlayabiliriz. Görebildiğim kadarıyla bu mutabakat güçlü bir biçimde toplumda var. Mutabakatı en çok oy kaygısıyla siyasetçiler ve bir de “iyi diyorsun ama sadakat de liyakat kadar önemli” diyenler bozuyor. Sadakat elbette önemlidir ama zaten liyakatin içinde mündemiçtir. Güvenilir olmayan insan hiçbir makamın gereğini yapamaz. Ama o bazılarının sadakatten anladığı “büyük-biz”e, millete değil kendi segmentlerine, “küçük-biz”lerine körü körüne bağlılık…
Bu haber toplam 939 kez ziyaret edildi.
Yorum Ekle
Adınız / RumuzYorumunuz