İbrahim Tenekeci
2 Ocak 2019, Çarşamba
Rakamın ve reklamın konuştuğu bu çağda, yalnızca edebiyatın, siyasetin, ticaretin peşinde olamayız. Ben sanatıma, kazancıma yahut oy oranıma bakarım diyemeyiz. Evvela bir şahsiyet olarak temayüz etmeliyiz. Önce şahsiyet, hemen ardından meziyet.
Hırslı ve hızlı bir insansanız eğer, bu zaafınızı kullanmak isteyenler olacaktır. Vatana ve vatandaşa ihanet suçunu işleyenlerin bir kısmının durumu budur. İnançtan, bağlılıktan, muhabbetten ziyade kişisel hırsları ve şahsî hesapları onları bu hale getirmiştir. Bunların ihtiraslı kimseler olduğunu görüyoruz. Yükselmek için hiçbir insanî ve islâmî engel tanımayan, haset eden, başkasının nasibini kıskanan. Bizim duruşumuz bellidir ve şudur: “Sana verilmeyen bir şeyden dolayı elem duyman ve üzülmen, bunun Allah’tan olduğunu bilmemenden ileri gelir.” (Ataullah İskenderî)
Ona o imkân verilirse, biliniyor ki insanları üzecek, gönülleri yıpratacak. Kendisi gibi olanların önünü açacak. Hakkaniyetli ve adaletli davranmayacak. Memleketin hayırlı evlatlarını ziyan edecek. Emekler zâyi olacak. Bundan dolayı verilmiyor. Biz buna ‘ilâhî denge’ diyoruz.
***
Şahsiyet nedir? Silik Fotoğraflar’dan ilham alarak, onlarca cevaptan birini verelim: Şahsiyet, başkalarının değil de kendi sorularının peşinden gitmektir. (Orhan Okay)
Şahsiyet nedir? İtimat ehli olmaktır. Yalanla arkadaşlık kurmamaktır. Dünyaya tenezzül etmemektir. Yükselmek için alçalamayız. Hakikati şartlara feda edemeyiz.
Yağmur dünyanın her yerine aynı dilde yağar. Güneş hep aynı anlama gelir. Toprak daima topraktır. Fakat insan başkadır. Toprağı kıymetli yapan, yağmuru rahmet bilen, suya azizlik pâyesi veren insandır. Her birimiz bir âlemiz. Eşref-i mahlûkat. Şahsiyet, bunu bilmek ve ona göre yaşamaktır.
Meziyet nedir? Sağlam karakter, iyi vasıf. Demek oluyor ki, şahsiyet ile meziyet birbirini tamamlıyor. İki ayağımız gibi. Biri yoksa aksarız, istediğimiz şekilde yürüyemeyiz.
Meziyet nedir? Abdülhâlik Gucdüvânî Hazretleri’nin vasiyetinden alıntı yapalım: “Bütün hallerinde ilim, edep ve takvâ üzerine ol. Dünyaya ve onu sevenlere aldırış etme. Bedeninden çok gönlünü mamur et. Amelin halis, duan içten ve elbisen gösterişsiz olsun. Hakk’ı arayan kimseyi yoldaş edin.” (Reşehât, sayfa 62) Özellikle eski âlimlerin hayatlarını okurken karşımıza çıkar: ‘İlim ve edep tahsil etti.’ Meziyetin en güzel karşılığıdır bu.
***
Dere yataklarından, deniz kıyılarından topladığım renkli taşlara bakıyorum. Biz dünyadan gideceğiz, onlar kalacak. Bu kadar basit.
Kendimizi dünyaya kaptırmak, sonucu değiştirmeyecek. Sadece akıntıya kapılmış olacağız.
Talih ile talihsizliğin arası birkaç adımdır. Belki daha kısa. Kılpayı kaçırdığımız şeyleri düşünelim. Nihayetinde hayattayız ve yoldayız.
Mehmet Aycı’nın sürekli mırıldandığım bir dizesi var: “Yaşamak yordu beni.” Sade ve etkili. Talihli olalım veya olmayalım; hayat yorucudur, yorar.
Talih derken neyi kastediyoruz? Buraya kadar yazdıklarımızı tekrar okuduktan sonra cevap verelim: Milletten, memleketten yana olmak ve kendi insanını sevmek büyük bir talihtir. Bu bizim inancımız, kısmetimiz, kaderimiz.
Bahtı açık insan, hırs ve haset hastalığına yakalanmayandır. İhtiras selinden kendini koruyandır. Derdi ve davası olandır.
Talihli insan, dondurucu soğuklarda bile fitne ateşine dönüp bakmaz. Kötü niyetli kimselerin kendisini kullanmasına müsaade etmez.
Bütün bunların bize verdiği ana fakir: Şahsiyet ve meziyet, insana verilmiş en kıymetli nimetler arasındadır.
Her şeyi bilen, neyi bilmemiş olur? Haddini. İnsanın kendini ve hududunu bilmesi, konunun özetidir.