Kendini her şeyin sahibi sananlar

İbrahim Tenekeci

22 Aralık 2018, Cumartesi

Tükenmez kalemin henüz icat edilmediği yıllar. Dolma ve kurşun kalemlerin devri. Bu kalemlerin çoğunda yüksek işçilik söz konusu. Çünkü yazı, sanat olarak görülüyor. Sonra tükenmez kalemler hayatımıza giriyor. Kalite ve estetik hızla düşüyor. Daha pratik. Kullanıyor ve bitince atıyorsun. Haliyle, insanoğlunun el yazısı da bozuluyor. Eski yazışmalardaki özeni daima arıyoruz.

 

Dolma kalem, titizlik demektir. Bakım ister. Onu korumak, düşürmemek gerekir. Kullan ve kurtul alışkanlığının dışındadır.

 

Geçmiş gün. 1980 civarı. Evinde kese kâğıdı imal eden bir ağabey vardı. Dünde kalmış gazeteleri topluyor, bunları kese kâğıdına dönüştürüyordu. Unu sulandırıyor ve tutkal olarak kullanıyordu. Ürettiği kese kâğıtlarını bakkal, manav ve pazar esnafına kolaylıkla satıyordu. İşin güzel tarafı, günlük hayata kazandırılan bu kâğıtların tekrar dönüştürülebilir olmasıydı. Evet, kanaat ekonomisi.

 

Geçmiş zaman. 1984 yılında, üç ay bir dağ köyünde kaldım. Köy, sadece bir evden oluşuyor. Elektrik yok. Karpuzun içini yiyor, kabuklarını ineklere veriyoruz. Hep böyle olunca, evden hiç çöp çıkmıyor. Gerçekten de çöpün ne olduğu bilinmiyor. Otuz yıl sonra tekrar o köye gittim. Evden geriye birkaç temel taşı kalmış. Büyükler çoktan vefat etmiş. Çocuklar büyümüş ve şehre taşınmış. Ormanın içindeki yüksek rakımlı bu köyde nüfus sıfır. Buna rağmen her yer plastik poşet ve pet şişe dolu. Kim bırakıyor bunları? Günübirlik gelen piknikçiler.

 

Yalnızca su kenarlarını, yolları ve piknik alanlarını değil, insansız bölgeleri bile çöple dolduran bir acımasızlık. Başka bir kelime bulamadım. Düşüncesizlik, umursamazlık vesaire, hiçbiri olmuyor. Mangalı bir metre ileride yaksa ağaç zarar görmeyecek. “Orası uzak kalıyor.”

 

Yaşlı bir akrabam anlatmıştı. İstanbul’a yeni gelmiş. Büyük bir inşatta iş bulmuş. Vazifesi, kullanılan çivileri keserle doğrultup tekrar kullanıma hazır hale getirmek. Tek yaptığı bu. Birkaç gün sonra bu iş aklına yatmamaya başlamış. Sonunda patrona çıkmaya karar vermiş. Çıkmış da. “Efendim, ben otuz lira yevmiye alıyorum. Yaptığım iş ise ancak on lira tutuyor. Kazancımı hak etmem lazım.” Patron önce şaşırmış. Devamında şunu demiş: “İşin o kısmına karışma. Onlar millî servet. Sen çivi doğrultmaya devam et.” Şimdi böyle işveren kalmış mıdır? Günümüzde, inşaatlardan artan çivilere hurda toplayıcıları bile tenezzül etmiyor. Oradan buraya geldik.

 

Artık tek kullanımlık tükenmez kalemler, market poşetleri gibi bir hayatımız var. İnsan ilişkileri bile böyle. Kullanıyor ve geride bırakıyorsun. Onunla aranda hiçbir bağ kurulmuyor, ünsiyet oluşmuyor. Kullan, at.

 

Plastik, dünyamızı ele geçiriyor sanki. Sadece eşyalardan bahsetmiyoruz. İnsan ilişkileri de yapay, suni, sentetik. Birliktelikler kalbin değil, menfaatin üzerine kurulabiliyor. Temel çürük.

 

Bitince atılan şeyleri bir türlü sevemedim. Plastik eşyalar da buna dâhil. Hâlâ ahşap, cam, porselen ve kâğıttan yanayım. Hammaddemiz aynı.

 

Bize yardımcı olan eşyalar, dünya hayatımızın sessiz şahitleridir. Bizimle birlikte yürürler. Zamanla kıymetli bir hatıraya dönüşürler. Nasıldı o nasihat? “Benimdir deme, benimledir de.”

 

Tamamen unuttuğumuz bir çocukluk veya ilk gençlik eşyasıyla karşılaşınca nasıl seviniriz? Dedemizden kalma çakı bıçağı, babamızın kullandığı saat, annemizin namaz tespihi. Vefa biraz da budur.

 

Aslında bugün “sıfır atık” konulu bir yazı kaleme alacaktık. Şöyle şeyler diyecektik: ‘Evimize gösterdiğimiz özeni tabiata da göstermeliyiz.’ Fakat yazı başka türlü gelişti.

 

Dünyanın eksiği, insanın isteği bitmez. İhtiyaç ile ihtiras arasındaki mesafe uzun gibi görünse de bir anda kısalabilir.

 

Canlı ve cansız her şeyi kullanışlı bir nesne olarak gören, sadece kazancını düşünen bir kimse, elbette insanlara ve tabiata gereken özeni göstermez. Çünkü hürmet ve merhamet duygusunu kaybetmiştir. Bütün taşları kaldırıp altına bakmak ister. Merak değil, hırstır bu.

 

Elinin altındakini hor kullanan, kendini dünyanın sahibi sanan birinden ‘ahlakî dürüstlük ve manevî disiplin’ bekleyemeyiz. Sonra işte bunlar oluyor.

 

Yazımızın finali İbrahim Kalın’ın Varlık ve İdrak kitabı olsun. İnsanın kalbini çalıştıran cümleler. Eşyanın hakikatini idrak edecek hikmet zevkinden bahsediliyor mesela. (Sayfa 189) Biraz ileride bizi bekleyen: “Ariflere göre her şey canlıdır.”

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz