İbrahim Tenekeci
24 Kasım 2018, Cumartesi
''Aynı gün ikindi vaktinde, hem kıymetli bir büyüğümüzün cenazesi hem de sevgili bir kardeşimizin nikâhı vardı. İstanbul’un birbirine uzak yerlerinde. İkisine birden yetişme imkânımız maalesef yoktu. Şahit yazıldığımız için nikâha gittik. Niyet, her şeyin başıdır. Ağabeyimizin iyiliğine de uzaktan şahitlik ettik. Emeğini emanet bildik.
Dünya galiba sevinç ve keder üzerine kurulu. Fakat ikisini beraber yaşayamıyoruz. Sırayla geliyorlar.
Hep düşünüyorum. Kederli zamanlarımız, acı hatıralarımız daha kuvvetli kalıyor. Neşe nedense çabuk siliniyor. Hemen akıp gidiyor. Pek iz bırakmıyor.
İnsan biraz da unutmak ve unutulmak değil midir? Ölümün birinci muhatabı olduğumuz halde, çoğu vakit onu bile unutuyoruz. Sürekli akılda tutmak da iyi değil gerçi. Durduğumuz yer: Allah’a itimat etmenin emniyeti içindeyiz.
Unutmak ve unutulmak, bakın neyi hatırlattı bana? Ziya Gökalp, San’at başlıklı şiirine “Dinle, yeni şâir, eski ozanı” diye başlar. Hitap ettiği yeni ve genç şairlerin hiçbiri hayatta değil. Yıllar önce dünyadan ayrıldılar, çoğunlukla unutuldular. Yeni olan sözdür, dizedir, daima tazelenen nesillerdir. O gençler gitti, bu gençler geldi.
***
Hayatımıza giren her yeni insan, aslında şudur: Görmeden, dokunmadan aldığımız bir şeyi beklerken yaşadığımız heyecan ve endişe. Bakalım umduğumuz gibi çıkacak mı? Kusurları var mı? Beğenecek miyiz? Tam gönlümüze göre mi?
Cahit Külebi, İçi Sevda Dolu Yolculuk kitabında bize bir şey söylüyor. İkaz da diyebiliriz: “Bütün yaratıkların mutluları da, mutsuzları da vardır. Özellikle hayvanların bu durumları (mutsuzlukları) insanlara yakınlaştıkları oranda artar.” (Başak Basın Yayın, sayfa 112.) Aynı durum bizim için de geçerli görünüyor. Hayır, hayvanlara yaklaştıkça değil.
Eski yazılarımızdan birinde, “kabalık ve kalabalık içindeyiz, nezaketi korkaklık olarak görenlerin arasında yaşıyoruz” demiştik. Girişe uygun olarak bir ilave yapalım: Aynı anda birçok yerde bulunmak isteyen insanların sayısı şaşırtıcı biçimde artıyor. Üstelik en önde görünmek istiyorlar. Olmadıkları her yeri ve elbette bütün işleri sorguluyorlar. Haklısınız.
***
Ölümle başladık, hayatla devam ediyoruz. Bu ikisi dokunaklı bir şekilde birbirini tamamlıyor. Yalnız hayat şartları ile hayatın şartlarını karıştırmamak gerekiyor. İhsan, insaf, iyilik, merhamet, vefa gibi erdemler hayatın şartlarındandır. Bu inceliklerden uzak kalan bir kimseye yaşıyor diyebilir miyiz?
Bir misal daha verelim: Özür dilemek ile pişman olmak ayrı şeylerdir. Mecburen özür diler, fakat pişmanlık duymayız. Eskilerin deyimiyle; samimi bir özür. Böylece helallik bahsine girmiş oluyoruz.
Helallik almakla konumuzun ne ilgisi var? Henüz bilmiyoruz. Çünkü ölmedik, hayattayız.
Berhayat ne demekti? Henüz ölmemiş olan.