Kısa adı TGSP olan Türkiye Gençlik STK’ları Platformu 15-30 yaş arası gençleri anlamak üzere bir araştırma yapmış. 8000 deneğin kullanıldığı araştırmada öngörülmeyen çok ilginç sonuçlar ortaya çıkmış tabi. Geçen gün sevgili İsmail Kılıçarslan da köşesinde değinmişti. Sorulardan biri gençlerin kendilerini ne olarak, hangi kimlikle tanımladıkları ile ilgili. Verilen cevapların oranlaması şöyle: ),6 Atatürkçü, 1,2 Milliyetçi, 16,8’i muhafazakâr, 12,6 ise kendini dindar olarak tanımlıyormuş. Dindarlıkta hedeflenen oran pek tutmamış gibi. Milliyetçilik her kesimde yükselen bir cereyan. Ankete katılanların çoğunluğu hükümetin gençlerle ilgili yürüttüğü politikanın doğruluğunu kabul etmiyor. Gençlerin durumuna dini zaviyeden baktığımızda da koparılan fırtınalara paralel bir sonucun olmadığı görülüyor. ‘Gençler Ateist ve Deist oluyorlar’ yakınmasının yüksek sesle dillendirildiği bu zamanda araştırmaya yansıyan taraf ile halihazırda şikâyet konusu olan durumun aynı şeyi söylemediği görülüyor. Buna göre ülkemizde kendini Ateist olarak kabule den gençlerin oranı: %1,1, Deist olduğunu söyleyenlerin oranı; 1,0 düzeyinde.
Mutluluk ölçütü olarak gençlerin F’sı para, makam ve gücü önemsiyor. Öte yandan, araştırmaya katılan deneklerin %6,7’si ‘hiç kimse beni anlamıyor’ gerilimi yaşıyor. Türk medyası ve de kamuoyunda konuşulanlar mı doğru yoksa araştırmada ortaya çıkanlar mı? Bana kalırsa her ikisi de ne büsbütün doğru ne de büsbütün yanlış.
‘Ateizm -Deizm gençler arasında kol geziyor’ ifadesi abartılı bir iddia değil elbette. Gerçek anket sonuçları gençlerin söylediklerinden çok söylemediklerinde saklıdır. Ufak istisnalar dışında gençler dinsel kimliklerini sansasyona mahal vermemek için ortaya sermezler. Sosyal ortamlarında kabul gören sosyolojik kimliklerini daha çok öne çıkarırlar. Dinsel kimlikler umumiyetle gençler arasında paylaşıma konu olmayan şeylerdir. Dindarım diyen de dinsizim diyen de çoğunlukla ne dediğini ve bununla neyi kastettiğini bilmemektedir. Orucunu kaçırmayan, duasını ihmal etmeyen, kurban, Cuma namazı ve cenaze namazı gibi ritüelleri hiç aksatmadan yerine getiren ateistlerin bolca yaşadığı bir coğrafyadan bahsediyoruz.
İnanca dair meseleler sokak araştırmalarıyla anlaşılabilecek cinsten şeyler değildir. Her şeyden evvel sokağın baskısı diye bir şey vardır. Yaşantı ile teori arasında bir gözlem yapmak çok daha isabetli sonuçlar verebilir. Müslüman’ca düşünüp deistçe ya da ateistçe hayat süren insanları hangi kategoriye yerleştireceğiz? Hepsi bir yana, daha sahici ve de ayakları yere basan sonuçlar almak istiyorsa araştırma şirketleri hiçbir şey sormadan bile gençlerin içlerinde bulundukları durumu bir okul bahçesinde yarım saat ayakta dikilerek veya okul koridorlarında bir teneffüs miktarı turlayarak anlayabilirler. Büyükler küçüklere çalışmadıkları yerlerden sorular soruyorlar. O soruların cevabı çoğunlukla herkesin kendi zihninde şekillendirdiği cevaba denk düşen cinsten. Gençler klasik zamanlarda olduğu gibi kolayca istatistiklere konu olabilecek özellikler taşımıyor artık. Daha değişken, daha kompleks ve daha girift. Araştırmada sorulan soruların çok önemli bir kısmı farklı gençlik gruplarında farklı biçim ve anlamlarda anlaşılıp yorumlanacaktır. İyisi mi rakamlara ve oranlara değil yaşamlara ve ortamlara bakalım.
ELAZIĞ’IN GRİ ÇİZGİSİ
Fırat Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü öğrencilerinin davetlisi olarak birkaç gün evvel Elazığ’da bol şiirli ve sohbetli bir gün geçirdim. Gri Çizgi Sanat ve Fikir Akademisi Fırat Üniversitesi’nde edebi heyecanını diri tutmak için meğerse ne güzel işler başarıyormuş. Gittik ve gördük. Edebiyat bölüm başkanı Doç. Dr. Hasan Şenel’in öğrencilerini yaşayan edebiyatla tanıştırmak için gösterdiği gayreti anmadan geçmeyelim. Bu akademilerin en büyük faydası edebiyatı hayata dönüştürmek hususunda vasıta olması. Üniversitede yaptığım ‘Şiir Düzde Durmaz’ başlıklı konferansın bitiminde sorulan sorulardan şiirin ve hikâyenin ne kadar derine işlediğini görerek mutlu oldum. Edebiyatı sınıf geçmek için öğrenmekle ondan bir dünya kurmak üzere öğrenmek arasındaki farkı bu tarz programlar çok iyi ortaya koyuyor. Kıymetli şair Nazım Payam ve kültür yayıncılığının sönmeyen ocağı Kanal-Fırat televizyonu Elazığ Harput türkü tadını ruhumuza katıp, şehrin şiir neşesini gönlümüze yaydılar. Şeyda Kazaz ‘daha sorulmadık çok sorum vardı size’ demişti programı bitirirken. Bir kez daha orada söylediğimi burada yineleyeyim: Kalan sorular yeniden Elazığ’a gelmemizin haklı sebebi olsun!