Acınası Dindarlığımız!

Hüseyin Akın

25 Aralık 2018, Salı

Seyit Telaşlı adlı vatandaşın bir yıl önce hanımı kanserden vefat ediyor. Dört çocukla bir başına kalıyor Seyit Bey. Üstelik babası kanser hastası ve annesi rahatsız. Aksaray’ın Eskil ilçesinde uzun süre iş arıyor ve bulamıyor. Bu sefer son çare olarak Konya’ya gidiyor iş aramaya. Mecburen çok düşük bir ücretle bir işte çalışmaya başlıyor. Geceleri işte çalışırken gündüzleri hastanede babasının tedavisi ile ilgileniyor. Dört çocuğundan uzakta.

Üstelik dört çocuğundan ikisi de hasta. Ne yapacağını bilemiyor; babasıyla mı, annesiyle mi yoksa hasta çocuklarıyla mı ilgilensin? Hangisine yetebilir ki? Hiç kimse “neyin var, ne durumdasın?” diye sormuyor. Maddi imkânsızlık alabildiğine. Kimse oralı değil! Varlıklı, makam sahibi insanların hiçbiri görmüyor Seyit Telaşlı’yı.

Memleket meseleleriyle, mahalli seçimde aday olacak isimlerle, paranın değeri ve hava durumu ile ilgileniyor da herkes, biri kalkıp onun halini sormuyor. Eğitimci Dursun Altay’ın Facebook hesabından paylaşımı da olmasa kimse bilmeyecekti bu dramın sonunu. Daha doğrusu sona doğru giden tarafını. Dursun Altay’ın gözyaşı gibi klavyesinden dökülen satırlara kulak verelim: “Ezanlar okunuyordu, Eskil’deki 15 civarında camiden birbiri peşi sıra. Ama bu imamlardan biri de gelip, halin vaktin nasıldır diye sormuyordu. Biri de ben olmak üzere çocuklarını okutan öğretmenlerden biri de evini ziyaret edip, halini durumunu sormuyordu. Bir komşusu, bir hemşerisi, kısaca bir Allah’ın kulu halini sormuyordu. Gittikçe büyüyordu çaresizliği. Esnaf oturduğu kasanın başında kredi kartı post makinesi ile cırt cırt tahsilât yapıyordu. Siyasetçiler onu görmüyor, zengin çocuklarını işe alıyordu. Biz memurlar ise maşlarını alıp çoluk çocuğumuzla afiyetle yiyorduk, elbiseler alıyorduk. Biz mutluyduk, siyasetçi mutluydu, komşular mutluydu, esnaf mutluydu.

Ama Seyit´in evinde çaresizlik her tarafı sarmıştı.” Bu çaresizliğe daha fazla dayanamıyor Seyit Telaşlı hasta ana babasını ve dört çocuğunu geride bırakarak canına kıyıyor. Sahi, bizi bir arada tutan şey nedir? Vicdan mı, insanlık mı, din mi? Şayet bunlardan biri olsaydı Seyit kardeşimizin sonu böyle mi olurdu? O kadar çok ki rahmetli Seyit gibiler. Onları görecek göz yok, paylaşacak el, çözüm üretecek dil başka yerlerde dolaşıyor. Yakarışında ne kadar haklı Dursun Altay, ‘Keşke yapmasaydı, canına kıymasaydı, öbür dünyasını da mahvetti’ diyenlerin iki yüzlülüklerini nasıl da yüzlerine çarpıyor. Gerçekte öbür dünyasını mahveden bu çaresiz adamın sıkıntısını görmeyen, görmezlikten gelen namazlı namazsız herkes değil midir? Kimse başını masasına, kasasına ya da paltosuna gömmeye çalışmasın.

Şimdi biliyorum bazıları kalkıp bu vatandaşın içinde bulunduğu durumu onun özel hayatına hamledecek ve böylelikle vicdan azabını hafifletmeye çalışacaktır. Sizin dindarlığınız insanlara -üzerinize hiç lazım olmadığı halde- namazını, abdestini, orucunu sormayı kendine mesuliyet bilen, ama karnı aç mı, evine ekmek getirebiliyor mu, işi var mı, sıkıntısı nedir? bütün bunları gündemine almayan bir dindarlık!

Gözlerinizin önünde bir insan eriyip giderken siz mezhepleri tartışıyor, Kur’an mı sünnet mi kavgasına tutuşuyor ya da abdesti bozan şeyleri konuşuyorsunuz. Ah ki ne ah!

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz