Kudüs Kerbela değil! Ama biz Kufeli miyiz?

Hubeyb Ünal

30 Ekim 2018, Salı

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Kaleme ve satır satır yazdıklarına and olsun!

Alemlerin rabbi olan Allah’a Hamd olsun,

Salat Rasulullah’a Selam İslam’ın yiğit evlatlarının üzerine olsun.

Kerbela şehitlerini anarken yüzyıllardır süren tartışmaların hararetiyle gönlümüz kabarıp öfkemiz artarken “Huseyn’i anlamalıyız”ı sürekli tekrar ediyoruz. Ancak nedense “Kim Yezid? Kim Huseyn?” sorularını sıkça soruyor, aklımızca tarafları listeliyoruz. Bir kesimimiz Kerbela’nın ortak acımız olduğunu dile getirirken ayrışmaya karşı tarafın Kerbela’yı kendileri gibi anlamlandırmamasına kızarak başlıyor. Gariptir ki ortak acı söylemi bile özünde bir ayrışma ve ayrıştırma barındırıyor. Dergimizin bu köşesinde sürekli üzerinde durduğumuz bir nokta olarak “Kudüs Ümmet’in ortak meselesidir” söylemi acaba bu şekilde bir ayrıştırma barındırıyor mu diye düşündüm. Evet “Kudüs, ayrıştığımız bir dava mı? Ortak mücadele sahamız mı? Kerbela gibi bir hadise de dahi ayrışırken hatta dediğimiz gibi ayrışmamayı telkin edenlerin ilk ötekileştirici olduğunu düşünürsek henüz Kudüs ve Filistin meselesinin bu düzeyde bir ayrışmaya maruz kalmadığını görebiliriz. Henüz diyorum çünkü farklı kesimlerden müslümanların Kudüs ve Filistin hakkındaki düşüncelerini takip ederken bırakın ortak ve öncelikli dava olarak görmeyi Ümmetin herhangi bir sorunundan farksız görmediklerini okuyoruz ve dinliyoruz. Örnek vermek gerekirse ‘Suriyelilerin kanı da en az Filsitinlilerin kanı kadar değerlidir’ ‘Yemen bugün Kerbeladır, en az Filistin kadar büyük bir cihad devam etmektedir’ söylemleri başta bahsettiğimiz “Kerbela ortak acımızdır” değil bizim “Kerbelamız burasıdır” “Bizim yezidlerimiz bunlar, bizim Huseynlerimiz bunlardır” anlayışı yansıtmaktadır.

Kudüs ve Filistin’i öncelikli ve ortak mücadele sahası olarak tahayyül etmeden önce bir takım ilkeleri kabul etmeliyiz. Zira bu şekilde olmazsa Kudüs Meselesi bizim için Müslümanlar için ve Ümmet için herhangi bir konudan farksız olacaktır.

Huseyn bu ilkeleri kabul ettiği için İmanı O’nu, farz olan Hacc’ı terk ettirip farz olan kıyama kaldırdı. Huseyn bir sıralama yaptı. Her şeyi temelinden dinamitleyen bir anlayışla mücadele etmek mi yoksa günlük ibadetlerle kurtuluşa ulaşmak mı? Öncelik sıralaması yapmamız şart. Coğrafyamızdaki sorunların temeli olan Siyonizm ve Emperyalizm ile Kudüs’ün Özgürlüğü için mücadele mi edeceğiz yoksa mücadele etmemiz başkaları tarafından istenen tali sorunlarla mı uğraşacağız. Bu yolda çekinmeden yürümemiz gerekiyor. Önümüze sunulan sorunlarla bizi oyalamalarına izin vermeyeceğiz. Tabi ki de kınayıcının kınamasından da korkmamamız gerekiyor.

Üzerinde düşünmemizi istediğimiz bir diğer konu da bu kadar hızlı değişen gündemler arasında sürekli ve öncelikli bir gündemimizin olmaması. Özellikle bundan 10-15 yıl öncesinde gündemimizde daha çok ve daha ciddi yer alan Kudüs ve Filistin meselesinin sıradan gündemler gibi bir gündem haline gelmiş olması. İslam Toplumu Direniş ve mücadele çizgisinden artık çok uzakta, seküler-muhafazakar-sağcı bir zeminde kökleşmeye başladı. Artık gündem dediğimiz şeyi yenilir yutulur bir şey olarak görüyoruz. Daha tehlikelisi ise Kudüs meselesi artık bir tüketim malzemesi haline gelmiştir. Bu noktada Müslümanlar öncelikle vermeleri gereken bazı imtihanları vermeli yeniden iman etmeliler. Yeniden Seyyid Kutub, Mevdudi okumalı, yeniden statüko ve rejim ile problemleri olmalıdır. Çünkü şuan Müslümanlar statüko ve rejim eliyle dönüştürülmüş tepkisiz hale getirilmiş, statükoya teslim olmuş durumdalar. “Onlar bizden” olduğu için tüm ipler, tüm iradeler statükonun elinde… Artık Müslümanlar hakla amel etmemekte ve batıldan da çekinmemektedirler. Bu durumda müminin Allaha kavuşmayı yaşamaya tercih etmesi gerekmektedir. Tam da burada Huseyn’in şehadete giden yolda verdiği imtihanı veremediğimiz sürece şehadete de fethe de ulaşamayacağız. Temel ilkelerimizi tekrar kabul etmeli ve gücümüzden fazla çalışmalıyız. Hiç dinlenmeden “bana saatler yetmiyor” diyinceye kadar çalışmalıyız. Zira Kudüs’ün iki talibi varsa sünnetullah gereği çabası fazla olan O’na sahip olabilir. Yahudilerin ödedikleri bedelleri gördükçe, okudukça “tabi ki Kudüs onların olmalıdır” diyorum. (bu noktada Kudüs ey Kudüs kitabı mutlaka okunulmalıdır.)

Kerbela neresi? Huseyn kim? Yezid kim? bilmiyorum ancak bizlerin Kufeli olduğundan eminim.

Çarpışma kaçınılmaz olunca İmam Huseyn arkadaşlarına bir hutbe okudu. Allaha Hamdu senalar ettikten sonra şunları söyledi:

‘Bu konuda bana birçok mektuplarınız ve beni teslim etmeyeceğinize, yalnız bırakmayacağınıza dair söz veren elçileriniz gelmiştir. Eğer sözünüzde durup bana biat eder ve bu biatınızda sadakat gösterirseniz doğru hareket etmiş olursunuz. Ben Ali’nin oğlu Huseyn’im Fatıma’nın oğluyum. Fatıma ise Allah Rasulünün kızıdır. Beni kendinizle, aile efradımı da kendi aile efradınızla bir tutmalısınız. Sizin için bende uyulması gereken güzel bir örnek vardır. Allaha yemin ederim ki eğer siz sözünüzden döner ve biatınızı bozarsanız sizden beklemediğim bir davranış olmadığı için asla yadırgamam. Çünkü siz daha önce bunu babama, kardeşime ve amcamın oğluna da yapmıştınız. Size güvenenler daima aldanmışlardır. Siz nasibini ellerinden kaçıran kimselersiniz. Onu bir daha ele geçirememek üzere kaybettiniz. Sözünde durmayanlar yalnızca kendilerine yazık ederler. Allah benim size muhtaç olmama izin vermeyecektir. Allah’ın selamı rahmet bereketi üzerinize olsun.’

Bugün Beyt’ul Makdis biz Kufelilere bu sözlerle seslenmektedir.

 

 

Yorumlar

yp13 Kasım 2018, Salı - 14.46

mesaj içerik deneme

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz