Habibe Avcı
15 Haziran 2021, Salı
İslam medeniyetinin miheng taşı olan “aile” Hz. Adem (a.s.) den günümüze kadar zaman içerisinde çeşitli etkileşimler sonucu tahvilata uğrasa da varlığını korumuştur.18.yy’ın ikinci yarısında vuku bulan sanayi devrimi, dünyayı “kapitalizm” ile tanıştırmış ve nihayetinde yeni dünya düzeni teşekkül etmiştir. Aile, yeni düzenin karşısında geçilmesi gereken bir set olarak yerini almıştır. Osmanlı Devleti, İslam kültür ve medeniyetinin inşa ettiği aileyi, bir yere kadar bozulmaktan koruyabilmiş ve tanzimatla birlikte aydınlanma, sanayileşme ve bunları da kapsayan modernizm gibi sosyo-ekonomik faaliyetler karşında artık gardını düşürmüştür. İslam Medeniyeti 20.yy’ın ilk çeyreğinde pragmatik kapitalist ve modernist bir hayat ile karşı karşıya kalıca artık evi terk etmiştir. Halbu ki İslam toplumu evde yetişmiş, beslenmiş evin edebini alıp evin zırhıyla zırhlanmıştı. Cahit Zarifoğlu “Biz Müslümanlar iki yüz yıldır sokaklardayız. İslamın egemen olduğu evimizde ortaya çıkan huzursuzluklardan dolayı, kime kızdığımızı bilmeden sokaklara uğradık. Büyüklerimiz dedelerimiz ve onların sıkı sıkıya yüzyıllardan beri bağlı oldukları İslami esaslar evde kaldı. Biz sokaklarda huzur aradık… Zira sokakta bütün kozlar Hıristiyani bir zemin üzerinde birbirine sıkı sıkıya bağlı Batılı ülkelerin elindeydi. Onların elbiselerini, yemeklerini, alfabelerini, gelenek ve göreneklerini, zevklerini, ahlaklarını, danslarını, âdâb-ı muaşeretlerini almıştık ama bu, onlara, aynı yaşama haklarını bize de tanımalarına yetmiyordu.” derken dışarıda kurguladığımız hayatın aslında bize ait olmadığını, evin mahiyetini ve ehemmiyetini kaybettiğimizi ifade etmiştir.
Elimizden kaçıp giden dünyada hızlı kapitalizm, küreselleşme, dijital devrim, bireycilik, zayıflayan sosyal bağlar ve medya/kültür endüstrisi akışkan modernliğin veçheleri olarak hayatlarımıza nüfuz ediyor. Geniş aileler yerini çekirdek ailelere hatta tek ebeveynli ailelere bırakıyor. “İnsanların tek başlarına aile kurmayı seçmelerinde, sanayi sonrası toplumda insanın bireyselliğinde ki artış ve ilişkilerin neredeyse bir monoda dönüşerek bireyin içe kapanması ve atomize olmasıdır.” Nazife Şişman’nın bu ifadesinden anlaşılacağı üzere ailenin tanımını bile değiştirecek denli önemli gelişmeler gözleniyor. Bu değişimin büyük bir nedeni de modernitenin paradigmalarının kendilerini geleneğe ve dine karşıt olarak gerçekleştirmesi, insan aklı ve iradesinin ön plana çıkmasının nihayetinde teşekkül eden “bireyselleşme” dir.
Bireyselleşme beraberinde özgürlük kavramına batılı bir anlam kazandırıp hayatımıza zuhur ettirmiştir. Özgürlük her kültürde aynı anlamı taşıyan bir kavran değildir. İslam, liberalist özgürlüğü reddeder, kendine ait özgürlüğü kendine ait araçlarla kendisi ihdas eder diyebiliriz. Prof. Dr. Kemal Sayar hocamız bu konu hakkında “bize yutturulduğunun aksine, bireyselleşme özgürleşme değildir. Daha çok tüketim bilinci ile kendilik bilincinin karışımıdır. Bireyselleşme ile standartlaşama eş zamanlı olarak gerçekleşir. İnsan evladı, tüketim alışkanlıkları birbirine türdeş, reklamcılığın manipülasyonuna açık, kolay güdülebilir bir sürüye dönüştürüyor ve daha çok mal edinebilme becerisi ona “özgürleşme” olarak takdim ediliyor.” demiştir.
Bireyselleşme, toplum içinde bencilliği ve herşeyden önde ben’in geldiğini aşılar. İslam da benlik, bencilik kavramları çok farklı yere sahiptir. Dramalı Ahmet Hamdi Efendi benliğin tanımını şöyle yapmıştır; benlik karanlık gecede kara taş üzerinde yürüyen kara karınca gibidir. Benliğin iki tezahürü kibir (aşikar benlik) ve ucub( gizli benlik) olarak adlandırılır. Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) “senin varlığın (benliğin) öyle bir günah ki diğer günahların hiç biriyle mukayese edilemez” buyurduğu rivayet olunur. İslamın temel şiarı kendinden önce başkasını düşünmek olduğunu Rabbimiz (c.c) Kur’an-ı Kerim’de “Daha önceden Medine'yi yurt edinip imanı kalplerine yerleştirenler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı içlerinde hiçbir rahatsızlık hissetmezler. İhtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunmuş kimseler, işle onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9) bildirmiştir.
Günümüzde İslam kültür ve medeniyetinden uzaklaşmış bir aile tezahür etmektedir. Kapitalistik sistem içerisinde yuva kurmanın artık çok zorlaştığı ve kurulan yuvaların çok çabuk dağıldığı görülmektedir. Anne ve babaların yaşlılıklarını evlatlarının yanında değil de huzur evlerinde geçirdiği, çocukların artık bakıcıların elinde sevgiden mahrum büyüdüğü, gençlerin teknolojiyle beyinlerini uyuşturduğu ve ruhsal bunalımlarının yansıması olarak intihara meylettiği bir toplumun içindeyiz. Bireyselleşmenin bir başka sonucu olarak büyük kentlerde ve dip dibe evlerin içinde, dertleşip çocuğumuzu emanet edebileceğimiz komşularımız yok artık. Genciyle yaşlısıyla sözlü kültürümüzü görsel ve sosyal ağlarla değiştirdik. Oysa medeniyetimiz kulaktan beslendi hep. Dünyaya ilk geldiğimizde kulağımıza fısıldandı adımız. Artık ilk öğrendiğimiz şey telefonlara tabletlere dokunmak, onların sunduklarına “bakmak” oldu, oysaki Peygamber Efendimiz(sav); "Çocuklarınıza ilk söz olarak 'La ilahe illallah'ı öğretiniz" demişti. Zamanın ehemmiyetini yitirdik. Velhasıl çok tahribata uğradık. Ama şunu unutmayalım ki İslam da yeise yer yoktur. Mevlana’mızın söylediği gibi; Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Evlerin yeniden ihyası için…
Kur’an’dan ve sünneten uzaklaşmış sadece dünyevi bir hayatın yaşandığı hızın ve hazzın içinde çırpınan İslam toplumunun ihyası için önce kendimizi sonra ailemizi ve en yakın çevremizi İslamın sahip olduğu ruha döndürmeliyiz. Harekete geçebilmemiz için önce zihnimizde bir İslam medeniyeti tasavvur edebilmeli ve toplumun kökünden yani aileden anneden babadan ve kendimizden başlayıp yanlış giden gidişatımızı doğru yöne çevirmeliyiz.
-Bir evi yuva yapan ocağında tüten muhabbettir, sözlü kültürümüze geri dönmeliyiz. anneler çocukları ninnilerle büyütmeli, babalar peygamber efendimizi (s.a.v) anlatmalı, dedelerimiz duaları ninelerimiz adabı öğretmeli çocuklarımıza. Komşularımız olmalı, derdiyle dertleneceğimiz, iki güzel kelam edeceğimiz. “Ben” değil “biz” olmayı yeniden öğreneceğiz.
-Evlerimiz her modaya göre yeniden düzenlenip tefriş edilen eşyaların olmamalı artık. İslamı yansıtacak mahiyette, temiz, mütevazı ve gösterişten uzak odalar inşa etmeliyiz. Prof. Dr. Kemal Sayar hocamız, “Elektronik aletleri, bizi dış dünyanın keşmekeşine açan ve ruhlarımızı her türlü istilaya hazır hale getiren ekranları kapatarak birbirimizin gözlerinin içine bakabilmeliyiz. Ama sadece gözlerimizin içine bakmak yetmez. Bir ufuk gözlerimizi kamaştırabilmeli, insan olmanın anlamına dair bir soru bir ruhtan diğerine misafir gidebilmeli, malayani olanın değil ruhu yukarılara kanatlandıracak bir bilincin kanatlarına tutunarak hayatlarımızın ve ölümlerimizin boşuna olmadığının bilgisiyle birbirimize uğramalıyız. Bu dünyada misafiriz evlerimizde ve bedenlerimizde misafiriz.” diyerek hayatta ki anlam arayışımızın ilk cevabını evlerden aldığımızı ifade etmiştir.
-Evliliğin bize yansıtıldığı üzere sadece aşk ve romantizmden oluşmadığı anlayıp, İslamın evliliğe atfettiği sorumluluk duygusunun bilincine varmalıyız. Evliliğin hem şükrü hem de sabrı beraberinde getirdiğini, peygamber sünneti olmasının yanında bir imtihan olduğunu da unutmamalı ve evlilik çağındaki gençlerimize bunları anlatmalıyız.
- Ümmetin anneleri sadece bedenleriyle değil ruhları ve akıllarıyla da çocuklarının yanında olmalı. Kariyerleri hiçbir zaman anneliğin önüne geçmemeli, çocukları sevgisinden ve merhametinden mahrum bırakmamalıdır.
-Babalar artık evlere geri dönmeli, mesailerini çocuklarına ve eşlerine harcamalıdır. Annenin şefkatine bıraktıkları otoritelerini yeniden geri almalı, Kur’an ve sünnetin otoritesinde hareket etmelidir.
-Ev gerçek mahiyetini geri kazanmalı, her türlü kuşku korku ve anlaşmazlığa karşı bir sığınak görevi görmeli aynı zamanda eğitim ve öğretim yuvası olarak ta kendisini göstermelidir. Ersin Gürdoğan hocamız , “çocukların aile arasında, televizyon önünde ve okul içinde harcadıkları zamanları, büyüklüklerine göre sıralanırsa, ailenin önemi büyük bir açıklıkla gözler önüne serilir. Çocukların eğitiminde aile ilk, televizyon ikinci, okul üçüncü sırayı almaktadır. Toplumun temel taşı aileler, ne kadar hoşgörülü ve bilgili olursa, çocuklarda o kadar hoşgörülü ve bilgili olacaktır. Bugün sanıldığının tersine, çocuklar, okullarda değil, aile içinde kimliklerini kazanıyorlar.” demiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.” buyurmuştur. Çocuklarımızı dinimizin ilmi ve edebiyle yetiştirmelidir.
Sevginin, muhabbetin, şefkatin, anlayışın hakim olduğu medeniyetimizin yeniden ihyası için besmeleyle işe koyulmalı ve gücümüzün yettiğince Rabbimizin rızalığını gözeterek yola koyulmalıyız. Yunus Emre’miz ne güzel demiş “gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”