Gördüğümüz Güzelliği Aleme Göstermenin Derdindeyiz!
"Ne acayip” dedi beyaz saçlı adam acı acı gülümseyerek, “konuşmak bizi o kadar meşgul ediyor ki konuştuklarımızı anlamaya hiç vaktimiz kalmıyor!”
Vaktiyle güzeli görenler gördüklerini tefekkür ederek, içlerine iyice sindirerek, kendilerine katarak hallerinde, lisanlarında, insanlıklarında görünür kılmaya gayret ederlerdi. Şimdi bir güzellik gören onu kaydederek hemen başkalarıyla paylaşmanın, güzelliği gördüğünü aleme göstermenin, güzelliği ilk gören, ilk farkeden olmanın sosyal getirisini toplamanın derdinde, telaşında... Çünkü elindeki güzelliği pazara sürüp beğenileri topladıktan sonra hiç vakit kaybetmeyip yeni güzellik avına çıkmak icap ediyor. Bu zamanın adeti böyle, sürümden kazanmaya oynanıyor. Dolayısıyla güzellik hiç kimsenin kişiliğinde yerleşmiyor, uzun boylu konaklamıyor, pürtelaş dolaşıma çıkarılıyor. Yine dolayısıyla güzelliğin sürümünden aslında hiç kimse kayda değer bir gerçek kazanç elde edemiyor. Çünkü sürekli el değiştiriyor. Hiçbir elde kök salamıyor, filizlenemiyor, yükselemiyor.
“İnsana özgü bir yeteneksizliktir yaşayamamak. Yoksa hangi balık boğmuş kendini, hangi serçe atlamış camdan?” diyor üstad Fyodor Dostoyevski. Var mı aramızda hayatıyla Dostoyevski’nin haklı olmadığını söyleyebilecek babayiğit?
Renk körü dediğimiz insanlar renkleri görmez değildir, sadece bizden farklı görürler. Asıl renk körlüğü hayatın ve insanın sonsuz çeşitlilikteki renklerini görmemek, görememektir.
Yeni Şafak yazarı Gökhan Özcan'ın bugünkü yazısının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Bu haber toplam 625 kez ziyaret edildi.
Yorum Ekle
Adınız / RumuzYorumunuz