Gökhan Özcan
22 Kasım 2018, Perşembe
“Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” diye sordu genç olan. “İnsan olabilirsin!” dedi daha çok yaşamış olan.
Hemen hepimiz hayatta bir şeylerin olması gerektiği gibi gitmediğinin farkındayız. Sanki yaşamamız gerekenden daha başka bir şeyi yaşadığımızı hepimiz az ya da çok biliyor ama her şeyi içine katan bu çılgın döngünün dışına çıkmanın bir yolunu bulamıyoruz. Mevcut durumun hiç değişmiyor olmasının, hatta günden güne etkisini daha da arttırıyor olmasının sebeplerinden biri bizim bu döngünün artık kırılamayacağına dair inancımız...
Bu gönüllü olmasa da bir teslimiyet doğuruyor. Oysa bizim her türlü nicelik hesabının ötesinde hakikate teslimiyet göstermemiz gerekiyor. Gafletin hakikate galebe çaldığını düşünüyor ve içten içe buna inanıyorsak, evet biz bu mücadeleyi kaybetmişiz demektir. Ancak hakikate inananların hakikatin hiç bir surette kaybetmeyeceğine de inanmaları lazımdır. Kaybeden hayatın dağdağasına kapılıp hakikatini kaybedenlerdir. Hakikatle irtibatımız bulunduğu müddetçe, aldığımız bütün yara ve berelere rağmen, sadece direnç göstermekle, sadece mücadele etmekle, sadece istikameti korumakla dahi kazananlardan olduğumuzu bileceğiz. Durduğumuz yer önemlidir; neye sımsıkı sarıldığımız, neye sahip çıktığımız, neyi terkettiğimiz önemlidir. Modern zamanların getirip önümüze bıraktığı oyuncakları artık bir vazgeçilmezimiz olarak görüyor, onlarsız yaşayamayacağımızı düşünüyorsak, bir durup kendimizi gözden geçirelim, istikametimizi kontrol edelim, düşen cephelerimizle, yıkılan kalelerimizle yüzleşelim ve kendimizi hakikatin kadim kılavuzluğu ile yeniden imar etmeye gayret edelim. Evet büyük bir hedef bu, bize boyumuzu aştığını düşündürecek kadar büyük bir hedef! Ama hakikat yolunda gayret de çok büyük bir şeydir, buna inanalım.
“Yaklaşan uğultular/ Alkışlar gözyaşları/ Seni armonikasıyla bekliyor/ Yaralı geometrisi şehrin/ Dumanlı varoşları/ Gel artık gel artık/ meydanda oturan fili kaldır/ Kimin bülbülü ölmüşse aramızda/ çıkarıp ceplerinden/ Yaşayan bülbüller dağıt” diyor Cahit Koytak ağabeyimiz, tazecik kitabı ‘İlk Atlas’ta.
Yaşadığımız şu zamanda bizi tıknefes bırakan bir yanlışa düşüyoruz hemen hepimiz. Büyük hayatın tek tek küçük hayatları ezip geçtiğini, bizi önüne katıp götürerek hepimizi kendi yörüngesinde erittiğini düşünüyoruz. Oysa büyük çark hareketini küçük çarkların hareketine borçludur. Çarklardan bazıları, mümkün olduğunca çoğu kendi öz yörüngesinde dönmekte ısrarlı olur, büyük çarkın dayattığı harekete mukavemet gösterirse büyük çark er ya da geç dönemez hale gelir. Yani hepimiz şu gerçeği görmeliyiz: Büyük çarkı döndüren şey, bizim tek tek kendi öz yörüngemizi korumakta ve gözetmekte gösterdiğimiz hüzün verici zafiyettir.
İslam ordularının düşmanlarına girdiği hemen her savaş, kriter olarak niceliği alıyorsak çılgıncadır. Bu savaşların kahir ekseriyetinde düşmanlar sayısal olarak Müslümanlardan çok daha fazladır. Ancak bu savaşların hiçbirinde inananlar niceliğin ürkütücülüğüne kapılarak savaşa katılmaktan geri durmamışlardır. Çünkü hakikat yolunda mücadele edenler şunu bilirler: matematiğin hakikati, hakikatin matematiği karşısında acizdir.
Hakikat zırhıyla girilen hiçbir savaşta mağlubiyet olmadığını bilen, galibiyetini savaş başlamadan ilan eden insanlar da var.
“Yaşadığını unutma” dedi beyaz saçlı adam, “sen dünyanın üstüne konan bir toz zerresi değilsin!”