Fatma Barbarosoğlu
14 Kasım 2018, Çarşamba
I-
Gün geçmiyor ki, aileye, gençliğe, değerlere dair bir alan araştırması yayınlanmamış olsun. Her araştırmadan sonra ekranlardan eyvah kül olduk bittik hayıflanmaları sökün ediyor. Ya da her araştırma sonrası sosyal medya ahalisinin “ne ara bu hale geldik” temalı nostaljik sızlanması başlıyor.
“Sarı mikrofon/kara mikrofon” başlıklı bir takım vidyolar yayınlanıyor. Vay, dayı İslam’ın beş şartını bilmiyor. Hani Müslüman bir ülkeydik alayları.
Öncelikle ortaya atılan her “veri” için verip veriştirmek huyundan bir vazgeçelim derim.
Alan araştırmaları derinlemesine söyleşi ve gözlemlerle desteklenmediği zaman, zihniyet ve davranış kodlarına dair çok genel geçer şeyler söylenmesine vesile olur. Genel geçer şeyler ile değişimin yönünü, karakterini ve şiddetini tespit etmek mümkün değildir.
Derinlemesine gözlem için, gözlem yapan kişinin dikkatini belli kavramlar üzerine yoğunlaştırmasının şart olduğunu düşünüyorum. Mesela bendeniz için bu kavramlar doktora tezimden bu yana hiç değişmedi: Zaman ve mekan idraki. Çünkü modernleşmenin hayatımızdaki en bariz etkisi zamanı ve mekanı eskilerin kullanmadığı şekilde kullanmaya başlamamızda ortaya çıkar. En genel ifadesi ile mekan olarak evin varlığı modernleşme ile birlikte mekanın idrak edildiği bir yuva olmaktan çıkarak bir “yer” haline gelir. Bu dönüşüm birden olmaz. Aşama aşama gerçekleşir. Geçim ekonomisinde ev üretimin merkezidir. Ama insanlar köyden kente göçtüğünde ev başka bir “yerde” üretim merkezi olma işlevini yerine getirmeye devam eder. Köyden şehre göçmüş ailelerde, erkekler işçi olarak fabrikada çalışırken, yaz tatilinde, kadınlar çocuklarını da alarak köylerine giderler. Bir taraftan köyde yaşayan ve yaz boyunca yardıma ihtiyacı olan aile fertleri için “mevsimlik işçi” konumunu alırlar bir taraftan da yaz boyunca köyde üretilmiş olanlardan kışlık erzaklarını hazırlarlar.
1990’ların sonuna kadar bu durum devam etti. Ancak köylerde “yanan ocak” sayısı her geçen gün azalıyor. Günümüzde daha ziyade 1950’lerden itibaren köyden şehre göçmüş olan, emekli olduktan sonra, özellikle 1980 sonrası, köylerine dönenlerin ve yazlarını köyde geçirenlerin zaman ve mekan idrakine yoğunlaşmak gerekiyor. 1980’i imlememin sebebi köylere elektrik ve suyun gelmesiyle beraber özellikle kadınların köyde şehir konforunu bulmaları ile yakından alakalı.
Sadece köy ve kent arasındaki etkileşimi değil, modayı anlamak için de mihmandarım zaman ve mekan idraki idi, Cumhuriyetin Dindar Kadınları’nı çalışırken de.
Nazife Şişman ile birlikte Gaziantep’te 70 yaş üstü 25 kadın ile yaptığımız söyleşinin ana eksenini de zaman ve mekan idraki oluşturuyor. Doktora tezimde zaman ve mekan idrakini anlamak için giyimi, Cumhuriyet’in Dindar Kadınları’nda ise giyim üzerinden başörtüsünü merkeze aldım. Nazife Şişman ile Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin’in isteği üzerine gerçekleştirdiğimiz 1900’lerden 2000’lere Kadınların Dilinden Gaziantep’in Dün Dökümü adlı çalışmada da zaman ve mekan idrakinde merkeze “ev”i aldık. Doğumlar, ölümler, evlenmeler, eşler arası ilişki, komşular arası yardımlaşma, çocukların eğitimi, eve giren teknoloji... Bütün bunların izini sürmeye çalıştık.
Çok genel hatları ile söylemek icap ederse, değişen en önemli şey aile bireylerinin birlikte vakit geçirmiyor oluşu. Eşi tarafından dövülen kadınlar, “öteki kadın”ların yıktığı yuvalar, 1960’larda da var. Ama bu “ var olan”, “kol kırılır yen içinde” anlayışı ile ailenin diğer fertlerinden saklanıyor.
Zengininden fakirine “o gün” olan, bugün olmayan şeylerin başında, aile fertlerinin aynı sofra etrafında buluşmaması geliyor.
Soru şu: Hafta sonları dışarda yapılan kahvaltı, aile bireylerinin bir sofra etrafında buluştuğu anlamına geliyor mu?
Bir sofra etrafında bile buluşulamayınca çocuklar kendi ailelerine dair hiçbir sohbete tanık olmadan büyüyorlar. Edip Cansever’den mülhem, “Beni üç ekran büyüttü belki” deseler, kim itiraz edebilir?
Şiiri bir kaç mısra ile hatırlayalım elbet:
Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
Taziye
Okumuş olduğunuz yazıyı yazarken değerli yazar Kürşat Bumin’in vefat ettiğini öğrendim. Kürşat Bumin, Türkiye’yi bir bütün olarak idrak eden entelektüellerdendi. Bütünlükten kastettiğim şu: Özgürlük paydasında eşitlenmek üzere her kesimi birbirine yakın eylemeye çalışan bir duruşu oldu merhumun. Üniversitelerde başörtüsü engeli yoksa bunda Kürşad Bumin gibi sosyal demokratların katkısı önemlidir. Birbirine uzak olanları yakınlaştırma misyonunu sosyal medyada yaptığı rt’ler ile de gösterdi merhum. Pek çok görüşten onun rt’leri sayesinde haberdar oluyordum. Allah rahmetini ziyade etsin. Değerli felsefeci Prof. Dr. Tülin Bumin Hoca’ya sabr-ı cemil diliyorum.