Batı'ya Rağmen
"Batı uygarlığı, üç asırlık hâkimiyeti boyunca kurduğu küresel düzenle, yeryüzünde adaletin, özgürlüklerin, hak ve hukukun hâkim olduğu bir dünya inşa edemedi. Aksine, dünyayı cehenneme çevirdi; başka medeniyetlerin kökünü kazıdı; varlığa, Tanrı’ya, tabiata saldırdı; varlığı, Tanrı fikrini yok etti; tabiatı delik deşik etti; insanlığı tam bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı."
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan'ın bugünkü yazısını iktibas ediyoruz.
Dünyayı anlama ve yeni bir dünya inşa etme sürecinde üç tür tavrın varlığından sözedebileceğimizi söylemiştim dünkü yazımda.
Göre Tavrı, her şeyin, hâkim Batı uygarlığına göre değerlendirilmesidir; Batıcı söylemler, ödünç akılla ve ödünç zihin’le hareket ederek her şeyi Batı’ya göre okurlar ve sonuçta Batı’lı söylemleri ve eylemleri -üstelik de burada!- yeniden üretmekten ve Batı’nın hâkimiyetini meşrûlaştırmaktan başka bir şey yapamazlar.
Karşı Tavrı, hâkim Batılı söylemlere ve eylemlere reaksiyon olarak özellikle İslâmcılar, Türkçüler tarafından benimsenir. Karşı Tavrı, anti-tezdir.
Karşı Tavrı, farkında olmadan, anti’si olduğu Batılı Tez’in içinden konuşur, dolaylı olarak Batılı tez’i yeniden üretir.
Kapitalizm, varlığını ve hegemonyasını sürdürebilmesini anti’lerine, anti-kapitalist hareketlere borçludur.
Oysa İslâm hiç bir şeyin anti-tezi değildir. Başlıbaşına Tez’dir.
NEBEVÎ EVRENSEL YOLCULUK...
Bizim önümüzü açacak tavır, Rağmen Tavrı’dır: Rağmen Tavrı, hâkim söylemleri, bütün çağlar’ı ve çağrıları iyi tanıyarak, bunların dışına çıkacak bir alan açan Nebevî Şahitlik Tavrı’dır.
Hz. Peygamber’in (sav) izlediği yöntem de, -meselâ Gazâlî gibi- O’nun izinden giden ilim, irfan ve hikmet sahibi öncülerin izlediği ve bizim önümüzü açacak yöntem de budur.
Peygamberimiz, dolayısıyla ümmeti -âyette belirtildiği üzere- üç şahitlik’le yükümlü kılınmıştır: 1-Hakikat’in şahidi olmak; 2-Hz. Adem’den bu yana ortaya konan birikimin şahidi olmak; 3-İçinde yaşadığı çağın şahidi olmak.
Gazâlî’yi Gazâlî yapan, Gazâlî’nin bin yıllık yolculuğumuzun temellerini muhkem bir şekilde atmasını sağlayan, bu üç Nebevî şahitliği bihakkın yerine getirmesidir.
Gazâlî, bin yıllık yolculuğu, Tehafüt’le değil, Makasıd’la döşedi. Yani, önce bütün insanlık birikimini özümsedi, vahyin filtresinden geçirerek temellük etti, sonra insanlık birikimini vahyin ışığında semantik dönüşüme uğratarak bin yıllık yolculuğumuzun yapı taşlarını döşedi böylelikle.
HAKİKAT OLMADAN ADALET OLMAZ
İnsanlık tarihinde, adaletin, hukukun, özgürlüklerin küre ölçeğinde içinde yaşadığımız çağ kadar ayaklar altına alındığı, hiçe sayıldığı bir dönem pek yaşanmadı.
Dünyanın adalete, hakkaniyete ve barışa su kadar ekmek kadar ihtiyacı var.
Dünya, bu anlamda, tam bir çıkmaz sokağa saplandı; deyim yerindeyse, insanlık kapana kıstırılmış gibi sanki.
Bu, sadece fiîlî, pratik bir sorun değil; bundan daha yakıcı sorun, zihnî / felsefî çıkmaz sokak ve kapana kıstırılma sorunu.
Dünyada adaletin, özgürlüklerin, hak ve hukuk düzeninin nasıl tesis edilebileceğine dâir köklü, güçlü evrensel bir fikir yok.
Küre ölçeğinde bir fikrî / entelektüel çölleşme ve tıkanma yaşanıyor.
Batı uygarlığı, üç asırlık hâkimiyeti boyunca kurduğu küresel düzenle, yeryüzünde adaletin, özgürlüklerin, hak ve hukukun hâkim olduğu bir dünya inşa edemedi. Aksine, dünyayı cehenneme çevirdi; başka medeniyetlerin kökünü kazıdı; varlığa, Tanrı’ya, tabiata saldırdı; varlığı, Tanrı fikrini yok etti; tabiatı delik deşik etti; insanlığı tam bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı.
Batılıların insanlığa yaşattıkları hikâye yalnızca bundan ibaret değil elbette. Özgürlükler, hak-hukuk ve adalet konusunda büyük bir teorik külliyat ortaya koydu Batılılar. Özgürlüklerin lafını ettiler ama hem dünyanın hiç bir yerine özgürlük götüremediler hem de özgürlük kavramını da yok ettiler; her anlamıyla tüketmeyi, insanı insanaltı bir varlığa dönüştürecek hayvanî özelliklerinin peşinde koşturma çabasını özgürlük olarak kabul etmekle ve bu fikri bütün insanlığa kabul ettirmekle gerçek özgürlük fikrini yerle bir ettiler.
Dünyayı cehenneme çeviren Batılıların özgürlükten, haklardan, adaletten sözetmeleri bir çelişki değildir. Modern özgürlük fikri, insanın Tanrı’dan özgürleşmesi, kendini Tanrı katına yükseltmesi olarak doğdu ama sonuçta postmodern süreçte insan hem Tanrı’yı yitirdi hem de özgürlüğünü. Ve araçların kölesine dönüştü.
Batılıların kurdukları ve bütün insanlığı da içine girdirdikleri seküler dünya, özgürlükler ve haklar söylemini dilinden düşürmüyor.
Özgürlük ve haklar söylemleri arttıkça, dünyanın cehenneme dönme katsayısı da artıyor. Tam bir çıkmaz sokak bu.
ÇIKMAZ SOKAK’TAN ÇIKIŞIN YOLU...
Bunun nedeni ne, peki?
Özgürlüklerin, hakların, adaletin bir neden değil sonuç olduğunun görülememesidir.
Hakikat fikrinin olmadığı, bir yerde özgürlükler de, haklar da, adalet de tesis edilemez.
Hakikat fikrine dayanmayan bir adalet arayışı, adaletsizlerle; özgürlük arayışı, kölelik biçimleriyle; haklar arayışı ise haksızlık ve hukuksuzluklarla sonuçlanır.
Adalet, özgürlükler ve haklar arayışı, hakikat fikrine dayandığı zaman gerçekleştirilebilir ancak.
Hakikat fikrine dayalı adalet kavrayışı, sadece sosyolojik ve siyasî değil, her şeyden önce ontolojiktir. Seküler adalet, özgürlük ve haklar arayışının ontolojik temeli yoktur; oysa ontoloji temeldir; ontolojisi olmayan her şey temelsizdir, çöker, fiyaskoyla sonuçlanır.
Hakikat fikri, hayatı sadece bu dünyadan ibaret görmez; varlığı da her şeye çeki düzen vermeye kalkışan ve azmanlaşan insandan ibaret bilmez.
Varlığın Yaratıcı, Kâinât ve İnsan’dan oluşan büyük varlık zinciri olarak ve hiyerarşik bir düzlemde gerçekleştiğini kabul eder.
Buna göre, adalet, her şeyi yerli yerine oturtmaktır. Yaratıcı, İnsan ve Kâinât’ın konumlarını hiçe sayan seküler bir adalet anlayışı, adaleti, sadece insanı merkeze alarak tanımlar. Halbuki, hak-hukuk da, hakikat de, Hakk’tan gelir. Hakk’ın hakkının gözetilmediği bir dünyada, halkın hakkını kalıcı olarak tesis edebilmek imkânsızdır.
Yeryüzünde adaleti, hakkaniyeti, başkalarının haklarına saygı duyma ilkesini ve barışı dün olduğu gibi yarın da tesis edecek fikir, hakikat medeniyeti fikri; hakikat medeniyeti fikrini evrensel bir kosmopolis inşa edecek şekilde hayata ve harekete geçirmeyi mümkün kılacak yegâne usûl ise Rağmen Tavrı ve Rağmen Tavrı’nın en muazzam örneği Nebevî Şahitlik Yolculuğu’dur.
Bizim de aynı Nebevî yolculuğu yapmamız gerekiyor: Önce insanlığın birikimini özümsememiz, sonra kendi kavramlarımızla dönüştürerek önümüzü açacak sarsılmaz bir Rağmen Tavrı geliştirmemiz, güçlü, köklü bir teorik ve pratik aksiyon, kuşatıcı bir medeniyet fikri ve fikriyatı inşa etmemiz gerekiyor.
Batıcı ya da reaksiyoner tavırlarla, sürgit yangına körükle giderek intiharımızın yapı taşlarını döşemekten başka bir şey yapmış olmadığımızı görmemiz, bütünleşmenin / ümmetleşmenin yolunun ümmîleşmekten (çağı iyi tanıyarak çağı tanımadığımızı ilan edecek sahici bir konuma ve sahih bir donanıma ulaşmaktan) geçtiğini idrak etmemiz şart.
Bu haber toplam 588 kez ziyaret edildi.
Yorum Ekle
Adınız / RumuzYorumunuz