Bilinç adacıkları

Atasoy Müftüoğlu

1 Ekim 2018, Pazartesi

İslam dünyası toplumları, karşı karşıya bulundukları çok ağır, çok varoluşsal sorunları konuşmak, tartışmak ve bu sorunlarla ilgili nihai/somut çözümlemeler yapmak imkanına ve özgürlüğüne sahip değiller. Bu nedenledir ki, günümüzde İslam’a yüklenen anlamları/işlevleri Müslümanlar belirleyemedikleri gibi, İslam’ın sınırlarını ve ufkunu da Müslümanlar belirleyemiyor. Günümüzde, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak fiilen tecrübe ettiğimiz üzere, manevi-vicdani alan dışında hayatın bütün alanlarını Batılı seküler bilgi belirliyor. Batılı seküler bilgi ve değerlerin biçimlendirdiği dünya, yalnızca beyazların özgürlüklerine ve ayrıcalıklarına değer veriyor. Batılı bilginin evrensellik iddiasında bulunan değerleri, Müslümanları kapsamıyor.

Batılı seküler bilgi’nin evrensel iktidarının, meşruiyetinin, tartışma kabul etmeyen, dokunulmaz kılınan ideolojik bir otoritesi var. Bu otorite, İslam’ın ve İslami geleceğin ufkunu bütünüyle kapatıyor. İslami anlamda bir geleceğin tasavvur ve tahayyülünü imkânsız kılıyor. Sözünü ettiğimiz ideolojik otorite, özel alana hapsedilmiş dindarlık dışında, İslami meşruiyet biçimlerini bütünüyle reddediyor. Seküler/Batılı bilgi, İslami meşruiyeti faşizan yol ve yöntemlerle reddederken, Müslümanlar, Batılı/seküler bilginin meşruiyetini sorgulamaya cesaret edemiyor.

ÜTOPİK TASAVVUR

Bugün, İslam dünyası toplumları, kendi inanç ve değer sistemleri, kendi dünya görüşleri merkezinde, kendi bilgi felsefelerini oluşturmak, İslam’ın kurucu bütünlük bilincini yeniden hayata kazandırmak üzere sistematik hiç bir çalışma yapmıyor. Kendi bilgi felsefemizi oluşturamadığımız için, eğitim ve kültür politikalarımızı Batılı/seküler bilgi temelinde, Batılı/seküler epistemoloji temelinde tanımlıyor, yapılandırıyor, şekillendiriyoruz. Bunun içindir ki, hiç bir zaman kendimize özgü bir eğitim ve kültür politikasına sahip olamıyoruz.Türkiye’de olduğu üzere, Batılı bilgi ve değerler temelinde yapılandırılan eğitim ve kültür politikalarına, İslami anlamda çok küçük folklorik katkılarda bulunulabiliyor. Batılı seküler bilgi’nin, siyasal, ekonomik, hukuki çerçevesinin/içeriğinin/değerlerinin belirleyici olduğu bir toplumda, hiç bir şekilde yerli ve milli olunamayacağı gibi, İslami bir medeniyet kurmaktan da söz edilemez. Seküler bilgi ve değer sistemi temelinde bir İslam medeniyeti tasavvuru, ancak ütopik bir tasavvur olabilir. Pratik alanın içerisinde her alanda, herkesin Batılı seküler bilgi’yi ve değerleri kullandığı, tükettiği bir toplumda, yerlilik ve millilik söylemi de, İslam medeniyeti söylemi de, romantik söylemler olmaktan öte bir anlam taşımaz.

FOLKLORİK DİNDARLIK

İslam dünyası toplumları/kültürleri, yüzyıllardır, İslam’ın kendine özgü asli işlevlerini yerine getirmekten niçin alıkonulduğunu bilmiyor. Asli işlevlerini yerine getirmekten alıkonulan İslam, folklorik/içsel/duygusal/hamasi bir alana hapsediliyor. İslami unsurlar/kesimler/topluluklar, sözünü ettiğimiz folklorik/içsel/duygusal/hamasi alanı içselleştirerek, bu alanla bütünleştikleri için, İslam’ın asli işlevlerini yerine getirmek üzere İslami meşruiyet ve otorite talep etmiyor. İslami düşünce-kültür-fikir-edebiyat-ilahiyat çevreleri, gerçeğe dönüşmeyen düşünceler/fikirler zemininde varlığını sürdürüyor.

Kendi zamanlarının çok ağır, çok derin varoluşsal, toplumsal, siyasal, felsefi sorunlarının farkında ve bilincinde olmaksızın, bu konular etrafında yoğun ve sistematik sorumluluklar almaksızın, bireysel dindarlığa, folklorik dindarlığa, milli dindarlığa kapanmanın İslami bir gerekçesi-açıklaması olmayacağını bilmek ve anlamak gerekir. Bugün, sorumsuzluklarımız, kayıtsızlıklarımız, yetersizliklerimiz sebebiyle, aşksızlığımız sebebiyle, yaşadıklarımızı bir kader gibi algılıyor oluşumuz sebebiyle, kolonyalist-sömürgeci tarihe maruz kalmaya devam ediyoruz.Eleştirel aklın, felsefi ve düşünsel hareketlerin mahkûm edildiği, taklit ve geleneği belirleyici hale getiren toplumlar ve kültürler, kendi yeteneklerini hiç bir şekilde gerçekleştiremezler. Bu tür toplumlar kendi kendilerini akamete uğratırlar, kendi kendilerini zayıflatır, zaafa düşürürler. Büyük düşünürleri, bilginleri, filozofları, hikmet ve dava insanlarını putlaştıran bir gelenek, yeni düşünürler, yeni filozoflar, yeni bilginler yetiştiremez - nitekim yetiştiremiyor. Geçmişi kutsallaştıran bir zihniyet sebebiyle yeni zamanları, yeni sorunları, yeni koşulları gereği gibi anlamakta zorlanıyoruz. Geçmişi kutsallaştıran bir gelenek, efsaneyi de kutsallaştırdığı için, efsane tarihin yerine geçiyor. Toplumlarımızda resmi kültür, bağımsız eleştirel kültüre hayat hakkı tanımıyor.

BENCİLLİK VE ÇIKARCILIK İLLETİ

Aziz İslam’ın araçsallaştırıldığı, her tür iktidar için bütün ihtirasların amaç haline getirildiği günümüz toplumunda, çıkar tercihleri, ahlaki tercihlerin yerine geçiyor; hayata ahlaki ufuktan bakmak yerine çıkarların ufkundan bakıyoruz. Bu nedenle de, derin ve güçlü anlamların-ilişkilerin-inşaların sorumlu ve bilinçli ikliminden uzaklaşıyoruz. İslami ilgi, dikkat, duruş, incelik ve zarafet, ancak küçük bilinç adacıklarında yaşatılabiliyor. Her alanda kabalık ve görgüsüzlük kol geziyor. Çıkar hesapları, çıkar ilişkileri, çıkar rekabetleri yoğunlaştığı ölçüde, kişiliksizlikler de çoğalıyor, toplumsallaşıyor. Ahlaki hayatımızda, düşünce hayatımızda boşluklar derinleşiyor. Bencillikler ve çıkarcılıklar büyük duyarlılıklara geçit vermiyor. Bencillikler ve çıkarcılıklar, hayatı kirletiyor ve bayağılaştırıyor.

Kolonyalist-sömürgeci tarih, bugün, azınlıkları, muhacirleri, yoksulları özümsemiyor; yabancı düşmanı yerel kimlikler, milliyetçilikler oluşturuyor. Çokkültürlülüğün çok büyük bir yalan, çok büyük bir propaganda klişesi olduğu ortaya çıkıyor. Endüstriyel-teknik modernliğin sömürgeci tarihi, sadece insani ilişkileri kirletmekle kalmıyor, aynı zamanda, toprağın, suyun ve atmosferin yapısını da geri dönülemez bir şekilde bozuyor; ekolojik dengeyi yıkıma uğratıyor.

 

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz