Ali Haydar Haksal
10 Ekim 2018, Çarşamba
Türkiye bir süredir bir krizin içinde. Kapitalizmin ağır darbesinin etkisinde. Bu sistem içinde çıkışın yolu mevcut sistemin kurallarıyla ayakta kalması. Koşulların giderek ağırlamasıyla olur bu durum. Ekonomist olmadığım için teknik konulara girme niyetinde değilim. Görünen ve bilinen gerçeklere de gözlerimizi yumamayız.
Türkiye bir güç zayıflaması içinde. Otuz yılı aşkın ticaret ile ilgilendim, mağazalarımız vardı. Özal’ın serbest piyasa ekonomisine geçişi, gecelik faiz repolarının serbest bırakılması bizim sonumuz oldu. Gecelik faiz oranı 5 TL civarında idi. Ticaret yapan bizim gibi kimi bayiler fabrikadan aldıkları malları zararına satarak paralarını repoya yatırdılar. Bu, dengeleri bozdu. Faize bulaşmak istemeyen kurum ve kimseler küçüldü, zamanla işlerini bırakmak zorunda kaldılar. Bununla kalınmadı çok uluslu şirketler AVM açtı, orada da orta ölçekli esnafın tamamının sonunu getirdi. Zaman içinde kurumumuz eridi, küçüldü ve tamamen tasfiye etmek zorunda kaldık. Üretimin yerini ithalata dayalı ticarete geçiş aldı. Çok uluslu şirketlerin egemenliğinde bir hayata geçildi.
İnsanımız artık kendi işinin sahibi olmak yerine yabancı kurumların çalışanı oldu. Daha da önemlisi çarşı kültürü tamamen yok oldu. Bakkal gibi mahalle esnafı geçinemez oldu.
Şimdi bu yeni durumun getirdiği süreç çok daha vahim. Büyük kurumlara, egemenlere güç yetiremeyenler, çarşı pazardaki küçük esnafın tepesine bindiler. Sanki pazar esnafının büyük ambarı ve stokları olurmuş gibi, onların başına çöreklendiler. Kaldı ki onlar toptancıdan ürün alır getirir satar evine üç beş kuruş götürür. Bu acımasızlık ancak kapitalist sistemde olabilir.
Bir ülke üretemiyorsa, ticari ürünler dışarıdan geliyorsa, hemen hayatın zorunlu tüketilenleri dışa bağımlıysa, artışlar kaçınılmaz oluyor. Benzin, mazot, ziraatta kullanılan hemen bütün malzemeler ne yazık ki dışarıdan ve dolara bağlı. Güç nedense küçük esnafa yetiyor. Pazardaki malların zamlı fiyatının denetim altına alınmasıyla mı ekonomi düze kavuşur? Hayvancılığı bitmiş, tütün üretimi bitirilmiş, şeker pancarı üretilemiyor, pamuk ve ziraata dayalı hemen bütün ürünlere kota konulmuş. Yerli üretim diye bir şey kalmamış. Bundan sonra da küçük esnafın üzerine çörekleniliyor.
Kapitalist sistemin acıması ve merhameti olmaz. Esnafın kurtuluşunu sağlayacak çıkışlara asla destek vermez. Önemli olan çok uluslu kurumların mallarının pazarlanması, satılmasıdır. Mahalle insanı mahalledeki esnaftan alış veriş yapmaz, arabasına atlar bir AVM oto parkına aracını park eder, alacaklarının tamamını kredi kartı ile yapar, alır evine getirir. Sadece, küçük alışverişlerini bakkaldan yapar. Ekmek, sigara ve zorunlu kimi eksiklerini alır. Tabiî artık Fatih dönemini yaşamıyoruz. Çarşı kültürü ve esnaf olayı bitmiş. Ülkenin en duyarlı zamanlarında, toplumun nabzını tutmak, ya da ahlâkî konumunu anlamak için tebdili kıyafet ederek esnafın arasında dolaşılacak, kime ne sorulacak, kimin hatırı sorulacak?
Kaldı ki, yönetenlerin koruma ordusu, insandan ve toplumdan soyutlanmış kapitalist sistemin yönetenlerinin halkın içinde olmaları beklenemez. Bunlar yakın bir zamana kadar var gibiydi, bir rüya gibi geçti gitti.
Ağır baskılı sistemlerde insan soluk alamaz. Kritik edemez, eleştiri getiremez. Müslümanlar kapitalist sistemin ruhuna iyice adapte olduklarından acımasızlıkları o derece artmış bulunuyor. Merhamet insandan çekip gidince, acıma da merhamet de olmaz. Sevgi denen duygu buharlaşır. Gözleri kurallara bağlı bir durumda odaklanır sadece. İnsan halleri asla göz önüne getirilemez. Bu acımasız sistemin savunucular olan Müslümanlar kendilerinden iyice geçtiler desek yeridir. Liberal bir Batıcı ile bir sosyalist ile bir Müslüman’ın farkı ne? Sosyalistler de liberaldir çünkü. Değişen bir şey yok. Değişen tek şey İslâmî bilinçli, eski İslâmcıların tam anlamıyla burjuvalaşması, kapitalist sisteme adapte oluşudur. Sistemin en bağlı kimseleri olmalarıdır. Çünkü onlar da artık kapitalist ruhludurlar.