Ali Haydar Haksal
7 Ocak 2019, Pazartesi
Bilinçli bir susuş mu, içe kapanış mı, vurdumduymazlık mı, olanlara razı oluş mu? Sorular çoğaltılabilir ve ardı arkası gelmeyebilir? İnsanı tedirgin eden bir hava var ortamda. İnsanın insana güvenmediği, insanın temkinden öte iyice sindiği ve hatta çaresiz olduğu gerçeği. İzahı olmayan bir durum. Bazen insanı ürküten bir patlamaya gebe gibi. Hemen her şey olabilir mi? İnsanı ürküten de bu durum. İnsanın aşırı nefretinin bir alt bilinci. Havayı koklayacak bir durum da yok gibi. Bulanık, sisli ve boğuk. Birbirinin gözüne bakmaya bile ürkülen bir hâl var.
Büyük kuşatmanın iç kuşatmayla buluşmasının bir sonucu. Korku ve dehşet ile soluklanılıyor desek yeridir. Konuşmaya ürken ve belki de dili tutulan bir zaman süreci. Gururun bile bir onuru var. Kendisine yakışan hâliyle olabilen. İnsan için en tehlikeli olanı üstelik. Hem gururlanmıyor görüneceksin hem de aşırılığı olanca hâliyle yaşayacaksın.
Diyar-ı Bekir’den yeni geldim. Kısmen gezdim, sokaklarda insanları gözlemledim. Oturduğum mekânlarda da. İnsanı ürküten derin bin sessizlik var. Bu, çok da hayra alamet olmasa gerek. Sinmişlik; korkundan mı, temkinden mi, kabullenmeden mi? Hemen her şey akla gelebiliyor. İnsanın insana güveni bir yere kadar.
İnsanların bir çıkış yoluna ihtiyacı var. Güven verecek bir çıkış, bir öncü, ya da bir yiğit, bir kahraman. Ateşler arasında kalanların işi elbette zordur. Tercihlerinde, güven verecek bir oluş büyük bir hamle. Yeni bir dili olan, insana sevgi ve merhamet sunan, kardeşlik ve dostluk bağlarını çıkarsız sunan bir ortam bir bakış gerekli.
Dünya nimetlerine boğulanların ne merhameti ne sevgisi ne aşkı olur. Materyale ve maddeye olan tapınma hemen her şeyi örter. Dünya hırs ve tamahı insanda gönül bırakmaz. Aşk ruhundan uzak olur.
Yönetenlerin insanından korktuğu, sayısız korumalarla kendini insanından ve halkından koruduğu, mesafelerle geniş alanlar koyduğu bir süreç. Dünyanın hemen tamamında durum böyle. Demokrasiyle gelenler demoklesin kılıcıyla halkına karşı korunuyorlar. Yani kendileri demoklesin kılıcı oluveriyorlar. Kendinden olmayanları korku ile bastırıyorlar.
Dünyanın başına belâ kesilen ırkçı, şoven, baskıcı, faşist ruhlu emperyal soluklu bir durumdan söz ediyoruz. Kabilevi yöntemlerle insanlara bakan ve kendi meşrebinin, kabilesinin, çevresinin yönetmenleri başkalarını öteliyorlar. İnsanı kazanma yerine kendini koruma refleksli bir savunma. İnsanın ölümünden haz alınan bir durum. Dünyanın dört bir yanı böyle, insanlık mazlum. Mazlumlar güç birliğinden yoksun. Hemen her an bir kırıma kurban gidilebilir. İnsan eylemlerinde hayır amaçlı değilse, niyetler nefse dönük olur. Nefislerin doymazlığı ve sınır tanımazlığı karanlık ve doyumsuz bir kuyu. Sonu olmayan bir uçurum. Sade kendini düşünen ve kendisi için var olan bir durum.
İnsanlık kölelik ruhuyla bastırılmışsa, soyut zincirlerini kıracak güçten yoksun olur. Umutları tükenenlerden çıkış beklenemez. Çaresizlikle artık beddua etme gücünü bile yitirir. Dili dönmez ama içindeki fırtınalarla bir derin bir âh fırtınalar koparır. İnsanın ah’ı en tehlikeli olanı. Bunun bilincini taşıyanlar için hayatın bütün zorluklarını göze alır, sakınır.
Sorumluluk üstlenenlerin, buna razı olanların hakkaniyet duygu ve adalet bilinçleri yitmişse vah hallerine. Korunma güdüsü nefse odaklı olabilir ancak. İnsana yüklenen sorumluluğa gönüllü atılmak kadar riskli ve tehlikeli bir durum olmasa gerek. Çünkü insanı yalnız bırakan insanın kendisi. Kendi duvarlarını örerken, duvarlar arasında kaskatı bir nesneye dönüşür.
Şehrin ve insanın soluğu ve duruşu, bakışı ve içlenişi bir şeyler ifade ediyor. Sessizlik bazen çok da ürkütücü olabiliyor. Patlamaya hazır bir duruma yol açabilir. Barajlar su ile şişmeye başlamışsa kapaklarının aralanması ve biriken suların boşaltılması gerek. Felâketler geliyorum demez. Hiçbir felâket de nedensiz değil. Âh’tan sakınmanın en iyi yolu kendi farkında oluş.