Konformizme Diren ve Harekete Geç!

Yahya Özbek

3 Ağustos 2021, Salı

Elimizdeki sermaye ile yeni bir işyeri açıp ticarete atılmayı düşünsek kendimizi çok dikkatli bir hesap kitabın içinde buluruz. Yine ticarete devam ederken aylık/yıllık verimlilik takibi yapıp kendimize yeni stratejiler belirleriz ki sermayeyi heder etmeden kıymetlendirelim. Yaşadığımız bu dünya hayatı da bir nevi ticaret alanıdır. Bitiş tarihini bilmediğimiz bu dünya hayatında en kıymetli sermayemiz zamandır. Bu manada vakti gelişi güzel kullanmak ve boş geçirmek insanoğlunun en ciddi zaaflarındandır.

Günümüz pozitivizmi/kapitalizmi insanoğlunu bir takım konfor alanlarına hapsederek anlam dünyasından uzaklaştırmayı ve kimliksiz/mekanik/robotik bir hal almasını hedeflemektedir. Hedeflenen toplum ‘Bana dokunmayan bin yıl yaşasın’ mantığı ile yalnız tüketime ve konformizme endeksli bir hayat sürecek. Buna mukabil insanoğlunun en önemli özelliği olan akletme ve başkaldırı yeteneği köreltilecek ve mevcut statükonun devamı sağlanabilecek.

Kendi mahallemize bir göz gezdirelim. Geçmişin mücadele erleri para ile, statü ile, mal-mülk ile buluşunca bunları kaybetmemek adına öncelik sıralarını nasıl kolayca değiştirebildiler? İşyeri-ev arasında mekik dokuyan, kendi çekirdek ailesinin konforundan taviz vermeyen bireyselleşmiş hayatlar nasıl normal karşılanır oldu? “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirle­rini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” buyuran Rasulullah (sav)’ın izinde olduğumuz iddiası gerçekliğini koruyor mu? Belli kurumlar aracılığıyla zekat ve infak vermekle, insanoğlunu hiçleştirme projesi yürüten egemen sisteme ciddi bir karşıtlık ortaya koymadan, bedel ödemeden bu sorumluluktan nasıl kurtulabileceğiz?

Dünyalıklara verdiğimiz değer, büyüsü altına girdiğimiz konformizm bize ahireti o kadar unutturdu ki ölüm mevzu bahis olduğunda korkudan dişlerimiz titrer hale geldi. İlkeleri birbiri ardına terk edip eğlence kültürüne teslim olmuşsak, hayatımız mevki/statü gibi putlar ile dolu ise tabii ki ölümü hatırlamak istemeyiz, tabii ki ölümden korkarız. Son pandemi sürecinde hayatımıza giren sağlık putu bu korkumuzu adeta ikiye katladı ve bireyselleşme/yalnızlaşma ciddi bir hız kazandı. "Sağ kalmak için hayatı yaşanmaya değer kılan her şeyi gönüllü olarak feda ettik; sosyallik, topluluk, yakınlık" diyor Byung Chul Han. Bu zorlu dönemde huzurevlerine terk ettiğimiz yaşlılarımız emin olun ki yalnızlık sebebiyle hastalıkları ilerliyor ve ölüyorlar. Covid-19 çok sonraki bir faktör olarak değerlendirilebilir. "İmanı, sağ kalmaya feda ettiler" diyor yine Koreli yazar. Çok yerinde bir tespit.

Konformizm, zaman içerisinde atalete ve tembelleşmemize neden oluyor. Mevcut tek düze yaşamlarını sürdürmekten başka derdi, tasası olmayanlar sorgulamıyor/sorgulayamıyor. Basit vicdani tepkiler dahi sosyal medyada ‘like’ atmaktan öteye geçemiyor. Mekanikleşmiş insanlar fıtratlarının aksine harekete geçemiyor ve birbirlerinin kalbine dokunamıyor. Örneğin mevcut kısıtlama saatlerine o kadar rahat teslim olduk ki hafta sonları evlere kapanıp yatmamız şartmış gibi bir algı oluştu. Bu zorlu şartlarda nasıl bir çıkış yakalayabiliriz, nasıl çabalar ortaya koyabiliriz? Düşünmek durumunda değil miyiz? “Biz hakikati inkar edenlerin sandığı gibi, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık. Vay hallerine [cehennem] ateşindeki o inkarcıların!” diye buyuruyor Rabbimiz Sad Suresi 27. ayette. O halde yeniden imanları tazeleyip bu konfor düşkünlüğünden ve tembellik hastalığından sıyrılmamız gerekmez mi? 

Rasulullah (sav) “Yarıncılar, erteleyenler helâk oldu.” buyurmuştur. Faydalı bir işe başlanacağı zaman şeytan "Daha çok vakit var, bugün dursun, yarın başlarım!" diye vesvese verir. Halbuki bugün dünün yarınıdır. Bugün ne yapılmıştır ki, yarın ne yapılsın? Yarın bir hayaldir, ortada olmayandır. Gönül eğlendirme kabilinden işler nedeniyle maalesef önemli anlarımızı değerlendiremiyor, kendi kendimizi heba ediyoruz. Bir sorumluluğu ertelemek onun gereğine inanmamaktır. Bir görevi geciktirmek onu angarya olarak görmenin sonucudur. Mü’min’in hakikatle ilgisi boş vakitlerin, tatil günlerinin ilgisi haline dönüşmüşse orada hakikat savsaklanıyor demektir.

Ömür sermayemizi tüketmeden, umudumuzu diri tutarak harekete geçmemiz gerekmektedir. Ahiretin hak ve dünya hayatının kısa süreli bir imtihan alanı olduğuna iman ediyorsak umudumuz daima diri kalmalıdır. Rabbimiz Yusuf Suresi 87. ayette “Şu bir gerçek ki, Allah’ın kuşatıcı ve kurtarıcı rahmetinden yalnızca kâfirler güruhu umut keser.” buyuruyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki umut imanın ikizidir. Zira mülk Allah’ındır, Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır.

Hayal dünyamızı dünyadaki suni cennetler değil, ahiretteki hakiki cennet süslemelidir. Böyle olursa dünya hayatında sıklıkla karşılaşılan zorluklar, darlık ve musibetler bizi mücadeleden alıkoyamaz ve zafere olan umudumuzu yok edemez. Hz. İbrahim (as) 86 yaşında iman mücadelesini sürdürebilecek bir nesil için Rabbine yalvarabilmişti. Çünkü o iman ediyordu ve umudu hep diri idi. Rabbimiz de ona İsmail (as)’i müjdelemişti. Hakeza Yunus (as) suyun yüzlerce metre altında balığın karnında dahi olsa Rabbinden umudunu kesmemişti.

Allah Rasulü (sav) de ömrünün sonuna kadar mücadelesinden bir an olsun geri durmamıştı. Ömrünün son demlerinde Bizans üzerine sefer emri verip, ordu komutanı olarak Usame b. Zeyd’i tayin etmişti. Fakat Usame b. Zeyd Rasulullah’ın durumu ağırlaşınca orduyu bir süre bekletmek, Rasulullah’ın durumu ile yakından alakadar olmak istemişti. Bunun için de annesi Ümmü Eymen’den kendisi için Allah Rasulü’nün huzuruna çıkıp izin almasını istemişti. Hz. Peygamber bu talebi kat’i suretle geri çevirmişti. Akabinde Hz. Peygamber’in duasını almak üzere yanına gelen Usame b. Zeyd çok sevdiği Hz. Muhammed (sav)’in durumunun ağırlaştığını görüp çok üzülür. Konuşmaya mecali olmayan Allah Rasulü eliyle işaret ederek Usame b. Zeyd’den acilen orduyu harekete geçirmesini ister. Ordu harekete geçemeden Rasulullah (sav) vefat etmişti. İşte bizler son ana kadar ashabının kendisi gibi gece-gündüz hareket halinde olmasını isteyen bir Peygamberin ümmetiyiz.

Konfor alanlarına hapsolmayıp yeryüzünde adaleti ikame etmek üzere harekete geçtiğimiz müddetçe Rasulullah’ın ve ashabının mücadelesini anlayabileceğiz. İkamet ettiğimiz bölgelerde yaptığımız okumalar, katıldığımız dersler ya da kıldığımız namazlar bizi harekete geçirmiyor ise ortada ciddi bir yanlışlık var demektir. Yeryüzünün dört bir tarafında karşımıza çıkan sahabe mezarları nasıl bir hareketten bahsettiğimizin işaretleridir. 80 küsür yaşında İstanbul’a kadar gelip Bizans surları önünde vefat eden Ebu Eyyub El-Ensari bu anlamda önemli bir örnekliktir.

Hayata ahiret merkezli bakıp daima hareket halinde olmamız isteniyor. Bu bakış umudu daima diri tutup disiplinli ve bilinçli yaşamayı gerektiriyor. Çalışkan olmayı ve programlı yaşama alışkanlığını gerektiriyor. Özellikle uyku disiplini ve sosyal medya ile münasebetimizin kontrol altında tutulup, zamanın karşısında özne olmamız gerekiyor. Herkes için yeterli zaman hep vardır, yeter ki doğru kullanılabilsin. İmtihan dünyasında son nefesimizi verene kadar mücadeleden, seferden geri kalmamak ümidi ve duası ile…

“Elbet her zorlukla beraber tarifsiz bir kolaylık vardır.
Evet; zorlukla beraber mutlaka tarife sığmaz bir kolaylık vardır.
Şu halde, bir zorluğu aştığında yılma, başka bir işe giriş!
Ve (yüzünü) yalnız Rabbine dön; artık hep O’na meylet!”
 (İnşirah Suresi; 5-8)

Yorum Ekle

Adınız / Rumuz

Yorumunuz